Klasik Türk Sanatları Vakfı'nın Avrupa 2010 Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında düzenlemiş olduğu 15 Sergi 15 Seminer programının 7. olan ‘'21. Yüzyılda Sedef Kakmacılığı' konulu seminer ve ‘'Sedef Kakmalar' isimli sergi Altunizade Kültür Merkezi'nde 04.08.2010 saat. 14.30'da açılmıştır.
Program; 125 adet seçkin Kakma sanatı örneklerinden oluşan muhteşem eserlerin yer aldığı sergi ile başlayıp, bu nadide eserlere şekil veren Muhterem hocamız Salih BALAKBABALAR'ın hazırlayıp sunduğu ‘'21.Yüzyılda Sedef Kakmacılığı' konulu seminer ile devam etti.
Ahşabın özenle işlenip sedefin ışıltısıyla bütünleşmesi, gönül gözünün yansıması olan eserler 08.09.2010 tarihin kadar Altunizade Kültür Merkezi'nde tüm sanatseverlere doyumsuz ziyafet sunacaklar.
Sanata gönül vermiş sanat yarenleri davetlimizdir.
TÜRK AHŞAP İŞçİLİĞİ
San'atlar, kültür ve medeniyetleri meydana getiren fikir pırıltılarının sönmeden kalan ve biçimlenen ürünleridir. Türk-lslâm tefekkür ve san'atının özünü, "rahmeti gazabına galip Mevlâ'nın ve "alemlere rahmet olarak gönderdiği Yüce Peygamberi'nin "Rahmet" sıfatları teşkil eder.
Hazret-i Yûnus, yüzyıllardan beri, " Yaradılanı hoşgördü, Yaradan 'dan ötürü.." ve "Sevelim, sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz..." gibi daha nice güzel deyişleriyle insanlığa hoşgörü davetiyesi Çıkartırken; "fHoşgör gülüm!.." ıstılahını bütün hayatlarına düstur edinen dervişler, ve¬liler, alperenler, ilhamlarını Yüce Mevlâ'nın ve O'nun Son Peygamberi'nin rahmet deryasından alarak, cihanşümûl bir "hoşgörü medeniyeti" kurmuşlardır.
Bu medeniyette yaşayan insan, "Ben" deki sertliği "Biz'le yumuşatmış ve ni¬hayet "0"nda karar kılan bir tefekkür ortaya koymuştur. Bu anlayıştan doğan ilham, "şiir" başta olmak üzere bütün san'atlarımızı kapsar.
Bizim san'atkârımız, "Allah'ın Hay sıfatını ruhunda duyan ve O'na ayna olan insan " kimliğinin şuurundadır. Fanî'de yaşar, Bakîyi arar. Bu anlayışla yaşayan insan, kullanacağı malzemeyi de tabiatına en uygun olanında seçer. O malzeme: fâniliği, yumuşaklığı, sıcaklığı, rengi, dokusu, kokusu, manâlı desenleri ve sıhhî yapısıyla "ahşap" dır. Ahşabın dostları, taştan ev yapanlara, hayatın faniliğini hatırlatmak için. "Dünyaya kazık mı Çakacaksın?..." taşlamasıyla karşı Çıkar.
Ahşap, içinde yaşadığımız "hoşgörü medeniyeti" kadar yumuşaktır. Onu kesersiniz-biçersiniz, eğersiniz-bükersiniz, yontarsınız. Bu haliyle, içinizdeki teslimiyete sembol olur. Sıcak malzemedir. Ahşap me¬kânda huzur ve rahatlık duyarsınız. Adı gibi ak akça ağaçtan, elma, armut, kiraz, ceviz, maun, pelesenk ve o siyah abanoza kadar en tabiî vc sıcak renkler, bir zevk ve ahenk unsuru oluşturur.
Kayısının aşısız olanına bizim illerde zerdali derler. Gövde kısmından bir sehpa yapmak istediğimde, meyvesinde mevcut yeşil, beyaz, sarı, turuncu, hattâ kırmızı bütün renklerin ağacın dokusunu sarmış olduğunu hayretle müşahede ettim. Ağacın dokusunu meydana getiren tabii Çizgiler, her kıvrımıyla mücerretliğin ifadesidir.
Çamın râhiyası "şifa" dır... Ödağacı "tütsü" olur. Sandal, mâverd gibi ağaçlar, kokularıyla zevk verirler. Planya edilmiş veya temizce zımparalanmış bir ahşap malzemeye dokunurken, ahşaba sevdalı san'atkâr bir başka haz duyar. Ulu bir ağacın kökünü kutruna biçerken, gövdesinden uzanmış dalının budağının izdüşümünü seyredersiniz. Adeta, "soyut resim" diye tarif edilen bir tabloyla karşı karşıyasınızdır. Önce sonsuzluk fikri kaplar düşüncenizi. Sonra, teferruatın içindeki aslî öze yönelir benliğiniz... Kışın rutubeti emen, yazların bunaltıcı sıcağında ferahlık veren, kısacası "sıhhî" bir malzeme olan ahşabın insanlık tarihindeki kullanışına gelince; ilâhî takdir, tarihimizin bilinen devirlerinden itibaren ağaçla iç içe yaşamayı Türk insanına nasip etmiş ve Şark muhayyilesinin geniş yelpazesi içinde büyük "ağaç kültürü", dolayısıyla muhteşem bir ahşap san'atı doğmuştur. Oğuz Kağan Destanı'nda Ay Hatun ulu bir ağaç kovuğundan zuhur ederken, "ağaç" destanlaşır, kutsallaşır. Dede Korkut, Kazan Han Oğlu ağaçla söyleştirir:
Ağaç .'..Ağaç der isem sana üzülme ağaç
Mekke'yle Medine'nin kapısı ağaç
Büyük büyük suların köprüsü ağaç .
Kara kara denizlerin gemisi ağaç
Erler şâhı Ali 'nin Düldül'ünün eğeri ağaç
Zülfikâr 'ın kınıyla kabzası ağaç
Kabe'nin eşiği.Hasan-Hüseyin'in beşiği ağaç Başına doğru bakar olsam başsız ağaç Dibine doğru bakar olsam dipsiz ağaç Benim sana asarlar, Çekme ağaç...
Böyle Türk Destanları'nda ağaç, Hz. Peygamber'in ve Ehl-i Beyt'inin sevgisi¬yle yüceleşir. Türk, "kıyamet ânında bile, elindeki fidanı dik!" buyuran Peygamber'inin yolunda ağaca saygıyla bakar, onu sevgiyle büyütür. Çiçeklerin ve ağaçların sevgisiyle nasıl gelişip güzelleştiği bugün bilinmektedir.
Ağaca verilen bu değer, tarihin akışı içinde "ahşap san'atı olarak,Türklerin Anadolu'ya geçişinden sonra da devam etmiştir. Selçuklu, Beylikler, erken Osmanlı ve Osmanlı dönem¬lerinde ahşap san'atnın sahası da ihtişamı da artar. "Taş", yalnızca dinin ve devletin ebed müddetliğini ifade için yapılan cami, medrese, han, hamam, imaret, kervan¬saray, Çeşme, sebil gibi eserlerde kullanılır. Bunların dışında mimarinin hemen her elemanı ahşaptan oluşur ve Anadolu tarihine damgasını vurur.
Mahalle içlerinde ahşap mescitler vardır. Ufacık minarcsiyle, bulunduğu mahallin tabiî bir âzâsıdır! Ahşap, camilerde ve diğer taş yapılarda kürdekâri tarzda işlenerek kapı olur, pencere kanadı olur. Oyma veya ajur tekniğiyle yapılmış minber olur, kürsü olur. Üzerinde ders okutulan veya Kur'an okunan rahle olur, Kur'ân mahfazası olur. İnananların elinde "duâ taneleri" dir. Tesbih tesbih; "zikir" yada "ya sabır" olur... Celî kalemi olur hattatların elinde, "Allah " yazar. "Hû " Çeker...
Ülkemizin her yöresinde ayn bir zevkle inşâ olunup içinde yaşanılan evler, köşkler, yalılardadır ahşap. Çiçekli ağaçlı, havuzlu bahçeleriyle o evler, insan sağlığına zararlı her şeyden masundur. Evlerimizde dolaptır, kafestir ahşap. O mübarek sofraların tahtası, hamurun oklavası, Çorbamızın kaşığı, yavrumuzun beşiği, annemizin sandığı ve lambamızın üzerinde yandığı oymalı lambalıktır, bir zarif kavukluktur. Hattâ yazı sandığı, hanıma mücevher kutusu, ayağımızdaki na'leyndir. Ve ahşap, tellerinde en ulvî sevgilerin nefesini, "elest meclisi" nin sesini hatırlatan "saz"olur...
Tesbitlere göre, XIII. yüzyıl sonlarında Ankara, bir "ahşap' san'atları merkezidir. Burada yetişen san'atkârlar Anadolu'nun her yerine dağılırlar. Osmanlı'ya kadar ahşap yalnız başına kullanılmıştır. San'atkârlar sathî, derin oyma ve ajur tekniğiyle devirlerinin şâheserlerini meydana getirirken, bilhassa geometrik şekillere ve Çiçek desenlerine rağbet etmişlerdir. Osmanlı, bu yalınlığa "kakma" tekniğini ilave eder. Sedef, bağa. fildişi, altın, gümüş ve ahşap kakmalarla, büyük kapılardan küçük mücevher kutularına kadar her elemanda bu tekniği kullanır. Geometrik desenlerin yanında, rûmîlerle, hatâyîlerle daha ince, daha zarif, daha cezbedici tarzda süsler ahşabı. Kündekâri adını verdiği bir "geçme ustalığı" gösterir ki, ahşap, geometrik desenin her parçasını Çivisiz-tutkalsız işler!...
Bu dönemde sedefkârlık başlıbaşına mühim bir meslek olur ki, koca Sultanahmed Camii"nin mîmârı Mehmet Ağa'nın ünvânıdır. Evliyâ Çelebi'ye göre İstanbul'da "sedefkârlar, yüz dükkân ve beşyüz neferdirler".
Zamanla devlet zayıflar. O zayıflamanın ana sebebi olan "kültür kayıpları" vardır. "Batılılaşma " denilen garîbe ve ucûbeden bir kültür hegemonyasıyla, barok, rokoko, gotik üsluplar, rûmilerin. hatâyîlerin yerini alır. Ustalarımız da san'atlarını terkederler ve ahşap işçiliği azınlıkların eline geçer.
Sultan II.Abdülhamid. son bir gayret gösterip Yıldız Sarayı'nda kendisininde bizzat Çalıştığı büyük bir atölye kurdurur. Burada ahşap işçiliğinin ve sedefkârlığın güzel örnekleri verilir. Bu dönemde, Mekteb-i Bahriye'nin marangozluk ve oymacılık bölümünden mezun son büyük usta, Sedefkâr Vâsıf yetişir. Topkapı Sarayı Hırka-i Saâdet Dairesi kapısına sedef ve bağa kakmayla yaptığı silme geometrik desen hârikulâdedir. Kapının ayna kısmına sedefle uyguladığı ta'lik hat ve bir tablo halinde renkli sedeften yaptığı Çırçırlı Ali Efendi'nin celî sülüs "Rabbi yessir"... istifi, seyredilmeye değer eserlerdir.
Nihayet "taş devri" gelir!.. Her şey betonlaşmıştır. Bir takım mecburiyetlerin dışında, daha Çok zevksiz ve tarihi kültürle kopukluk yüzünden "ahşap zevki" de unu¬tulur. Ağaç kültürüyle birlikte, "ağaç " da kovulur!.. Bahçeler târumâr olur. Yeşil, yerini betona terkeder. İstanbul ve Anadolu'nun her yeri bu irfansızlıktan nasibini alır.
Yakın zamanlarda "Çevrecilik " veya "tarihi hatırlama" gibi tesirlerle, ahşap yeniden canlanmaya başlar. San'at hâdisesi olarak san'atkârıyla, iltifat edeniyle münferit gayretler sarfedilir. Cumhuriyet döneminde birkaç defa açılıp kapanan Türk San'atları'na ait bölümler, Mimarsinan ve Marmara Ünivcrsitesi'nin Güzel San'atlar Fakülteleri "Geleneksel Türk San atları" adıyla yeniden açılır. Marmara Üniversitesi'ndeki bölümde konulan "ahşap-sedef işçiliği" dersi tarafımızdan sürdürülmekteyse de, fazla bir şeyler yapılmasını imkânsızlıklar engellemektedir.
Ahşap-sedef işçiliğinin kendine göre birtakım şartları vardır. Bu san'atkârlar önce marangozluk ve cilâcılık bilmeli, sonra tezyinat, hat san'atları ve san'atkârlarıyla dâimî alâka ve istişâre içinde olmalıdırlar. Bu, bütün san'atlanmıza şâmil tutulmak üzere geleceğe emsâl olmak bakımından önemli bir mes'ûliyettir. Uyanış bu doğrultuda olursa, ilerde mutlaka bir şahlanış hareketi haline gelecektir.
Bu ölçüye uymak kaydıyla tarafımızdan ve birkaç san'atkâr tarafından bugünün ileri teknik imkânları kullanılarak eskiyi
bir hayli geliştiren örnekler sunulmuştur. Osmanlı'da rastlanmayan girift rûmî desenli - ki. desen rahmetli Rikkat Kunt'a aittir - rahle; Sultan ahmet Camii minber göbeğinden değiştirilerek alınmış desenin gümüş içine sedef, diğer kısımlarına bağa kakmayla mey¬dana getirilen bir Çalışma; en güzellerinden seçilmiş hat örneklerinin uygulandığı ahşap içine sedef, fildişi, bağa, kakma tablolar, eski san'atkârlan kıskandıracak niteliktedir. Altın, gümüş içine sedef, bağa, mercan kakmalarla işlenen rûmî-hatâyi desenli takı Çalışmaları da başka bir yeniliktir. Bu Çalışmalarda uygu-lama aracı olarak kıl testeresi kullanılır. Bu arada, yine ferdî olmak üzere kündekâri ve kalem oyması ustaları da yetişmiştir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz canlanma, daha Çok eski eserlere rağbeti sağlamış, "bit pazarına nur yağarcasına " bir alâka başlamıştır. Belki bir asrı geçen zamandır, bizim sanatkârlarımızın ve sanatlarımızın kıymetini bizden iyi bilen Batılı, eline geçirebildiği herşeyi toplamıştır. Gerçi bu hareket, bizden de bazı varlıklı ve şuurlu insanları harekete geçirmiş, onlar da toplamışlar, hattâ müzeler kurmuşlardır ama; geleneksel san'atlarımızın yaşatılması için maalesef birkaç san'at hâmisinin dışında pek bir faaliyet yoktur.
Gayret yine, marifetlerini iltifat ölçüsünde gösterebilmekten başka imkânları olmayan üç-beş san'atkâra kalmıştır.
Onlar ; daha güzeli yapmak arzusuyla yanan gönüllerinde iltifatsızlığın sancısını Çekerken, Allah'ın rahmetine, Peygamber'inin merhametine, pîrlerinin himmetine sığınıp ikbâl ümidine sabırla sarılır, zamana karşı koymaya Çalışırlar...
Sözü Ârif Nihat Asya Merhum'un mısralanyla bitirelim:
Bir ağaç ki eğile eğile İbâdet olmuş,
Bir ağaç ki "ağaç" deyip geçmek Âdet olmuş...
Dalları sallana saltana Salıncak,
Budakları inile Çıkıla Basamak.
Kendisi renkten, ışıktan, kokudan Bir demet olmuş,
Cenneti anlatan Bir âyet olmuş...
Karışmış dallar dallara
Kuşlarını Çağırır yollardan.
Uçurur kuşlarını yollara
Rengiyle, kokusuyla, tadıyle
Ziyafet olmuş.
Su sesine, kuş sesine dalarak
Gölgesine uzanmak Saadet olmuş.
Bir ağaç ki "ağaç" deyip geçmek Adet olmuş.
Salih BALAKBABALAR
İstanbul 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında Ağustos ayı faaliyetimiz olan Klasik türk sanatlarında Sedef Kakma, Cilt, Katı', Naht ve Hat Sanatının estetik kuralları;
KATI'
Kâğıt veya deri oyma sanatı.
Sözlükte ‘'kesmek' anlamına gelen katı' kâğıt veya deri üzerine Çizilmiş yazı, motif veya desen oyup Çıkararak bir başka kâğıt ya da deriye yapıştırmak suretiyle gerçekleştirilen sanatın adıdır. Bu şekilde yapılmış esere kâtıa (mukatta') sanatkârına kâtı' ve Kattâ' denir.
Deri oyma tekniği ile elde edilen katı'lar ise daha Çok cilt sanatında uygulanmıştır. Araştırmacılar, kâğıt ve deri oymacılığının iki bin yıl kadar önce bir halk sanatı olarak Çin'de doğduğunu ileri sürmektedir. Uygurlar tarafından yapılarak günümüze ulaşmış oyma deri kitap kapları kâğıt ve deri oymacılığının İslâm dünyasına Orta Asya kanalıyla geçtiğini ortaya koymaktadır.
Âlî Mustafa Efendi Menâkıb-ı Hünerverân da XV. Yüzyılda Herat'ta yaşamış, Hüseyin Baykara himayesinde Çalışan Abdullah Kâtı (Herevi) kâğıt oyma sanatının ilk ve en önemli temsilcisi olduğunu kaydeder. Âşık Çelebi Meşâirü'ş-şuarâ'da, Fâtih Sultan Mehmet devrinin sonlarında adı duyulmaya başlayan ve İbrahim Paşa'nın vezîriâzamlığı sırasında üne kavuşmuş olan Efşançı (Oymacı) Mehmed'in (Karamemi) bu sanatta. döneminin en büyük üstadı olduğunu, diğer oymacıların onu örnek aldığını kaydeder .
CİLT
Kitap sanatlarının klasik Çağını Osmanlılar da yaşayan bir dal.
Kitabın yapraklarını dağılmadan ve sırası bozulmadan bir arada tutabilmek için yapılan koruyucu kapağa cilt denilmekte ve Arapça ‘'deri' anlamına gelen bu ismin, genellikle ciltlerin bu işe en uygun malzeme olan deriden yapılmaları sebebiyle verildiği bilinmektedir.
Ciltçilik, tomar (rulo) şeklinde olan kitapların yerini Romalıların devrinde yaprakları dikdörtgen biçiminde kesilmiş kodeksin (Mushaf) almasıyla ortaya Çıkmıştır.
Cilt üslûpları teknik özelliklerinden Çok malzemelerine ve süslemelerine göre birbirlerinden ayrılmakta ve ortaya Çıkan üslûplar Çok daha ait oldukları kültür alanlarının adıyla anılmaktadır. Hatâyî, Herat, Arap, Rûmi, Memlûk, Mağribî, Türk(Osmanlı), Buhârâ-yı Cedid.
Türk Üslûbunun klasik döneminde gelişmiş olan cilt Çeşitleri malzemeleri ve süsleme tekniklerine göre isim alır: Şemseli cilt, Zilbahar cilt, Yekşah cilt, Zerduz cilt, Çârkûşe cilt, Kumaş cilt, Ebrulu cilt, Murassa (mücevherli) cilt, Lake cilt gibi.
KAKMA
Tahtanın, taşın veya madenin bazı kısımlarını oyarak, oyulmuş olan kısımlara kıymetli başka bir madenden veya maddeden o yuvalar şeklinde parçalar kesip gömmek suretiyle yapılan tezyinat sanatına kakma denilmektedir. Mesela abanoz oyup içine şekilli sedef parçaları gömmek, ceviz tahtasının içine fildişi gömmek gibi...
Abanoz üstüne sedef kakma, ceviz üstüne fildişi veya kemik kakma gibi. Tahta veya demir üstüne altın veya gümüş parçaları kakma, gümüş veya altın üstüne kıymetli taşlar kakma işlerine de' kakma ‘'denilmektedir.
Pirinç veya gümüş üstüne açılan yuvalara altın veya gümüş tel Çubuklar kakarak gömme suretiyle yapılan süsleme işlerine' tel kakma' denilmektedir.
NAHT
Naht ağaçı kabartma şeklinde yontma suretiyle şekil verme sanatıdır
İslâmiyetden önce Orta Asya'da yaşayan Türklerin heykel ve oyma süsleme eserlerine rastlanmıştır. Bu eserlerde Çin ve Hint sanatının izleri görülmektedir.Türklerin Müslümanlığı kabul etmelerinden sonra oyma sanatı daha Çok Türkistan'da gelişimini göstermiştir. Sonraları Büyük Selçuklu devrinde Çini tezyinatina önem verilmekle beraber oyma sanatıda önemini korumuştur. Erzurum Harput Beyşehir Konya gibi büyük şehirlerde bu sanatın seçkin örnekleri meydana gelmiştir. Yalnız bu dönemlerde tezyini motifler daha Çok geometrik şekillerdedirler.
Osmanlı döneminde ise oyma sanatı en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Rumî ve hatayî denilen tezyini motifler dikkat Çekmektedir. Başlıca uygulama alanları cami, türbe, mihrab, minber, medreseler, rahle, kapı, pencere, dolap, kapakları olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğunda tahta oymacılığına ‘'NAHT' denilse de bu sanatın erbabına izafe edildiği söylenen ‘'nahhât' tabirine kadim ehl-i hiref defterlerinde ve diğer kayıtlarda rastlanmaktadır.
Türk oymacılığında şimşir, ıhlamur, meşe ve ceviz ağaçlarından yararlanılmaktadır.
AYŞE EMİNE SULTAN ÇELİK
21. yy. Sedef Kakmalar sergi ve semineri, sergilenmekte olan eserleri ile 4 -8 eylül tarihleri arasında Altunizade Kültür Merkezinde sanatseverlere açık olacaktır.
Seminer programı, Prof. Uğur Derman hocamızın denetiminde, Salih Balakbabalar'ın sunumu ile gerçekleşmiştir. "Kültür ve medeniyetleri meydana getiren, biçimlendiren Klasik Türk Sanatları ve bunlardan bir tanesi Sedef Kakmalar" diye belirten hocamız, sözlerine şöyle devam etti;
"Bu medeniyette yaşayan insan,"ben"deki sertliği "biz" le yumuşatmış ve nihayet O'nda karar kılan bir tefekkür ortaya koymuştur.Bu anlayıştan doğan ilham, "şiir" başta olmak üzere bütün sanatlarımızı kapsar.Evlerimizde dolap, kafestir ahşap. O mübarek sofraların tahtası, hamurun oklavası, Çorbanın kaşığı, yavrumuzun beşiği, annemizin sandığı ve lambamızın üzerinde yandığı oymalı lambalıktır" diyerek ahşabın muazzamlığını dile getirip devam eder.
Osmanlı dönemine kadar ahşabın yalnız kullanıldığı fakat Osmanlıda bu yalınlığa "kakma" tekniğinin ilave edilip sedef, bağa, fildişi, altın, gümüş ve ahşap kakmalarla büyük kapılardan, küçük mücevher kutularına kadar geometrik desenlerle, hatai ve rumilerle hemen her elemanda bu tekniğin kullanıldığını anlattı.
Sedef Kakma'nın dünden bugüne gelişimini dinlediğimiz seminerde, bizlerin bu sanatla ilgili daha fazla bilgi sahibi olmamızı sağlayan Prof. Uğur Derman ve Salih Balakbabalar hocalarımıza, her ay bir sergi ve bir seminer ile Klasik Türk Sanatları'nı daha yakından tanıma fırsatı sunan vakfımıza teşekkür ederiz.
Zeynep KARAKUŞ