Âh mine’l Aşk… Kalbe düşmüş üç harfli bir imza…
Bu nasıl bir âh ki; asırlar geçse de dinmeyen sonsuz bir sevda, koca bir muamma… Âh mine’l Aşk…
Derler ki; Kerem yandığında “âhh” demiş… Ve o gün bugündür hiç değişmemiş aşk… Hep âh… Sonu eyvah… Çünkü vuslat bulmamış sonunda… Bulsa olmazmış zaten onun adı aşk… Âh, ah!… Âh aşk!… Âh mine’l Aşk…
Aşk, Allah Teâlâ’nın “Bilinmeyi istedim, kainatı yarattım” buyurduğu noktada başlar.
“Aşk, efsane ve efsun değildir. Aşk san’at-ı her dû’n değildir. Her aşk davası eden âşık olmaz; her muhabbetten dem uran sadık olmaz. İlâhî herkes merd-i aşk olmaz ve değme kalbde derd-i aşk bulunmaz. Aşk bir kimyadır, onun madeni can olur; aşk bir gevherdir, onun mekânı kân olur. Aşk bir zevktir, onun da şeydaları var; aşk bir hurû’ştur, onun da deryaları var” demiş Sinan Paşa, Tazarrûnâme’sinde…
Aşk olmadan kalem dahi oynamaz. Hattat’ın yüreğine düşmese aşk, yazabilir mi? Aşk olmadan meşk olmaz.
“Hattat/ Kalbi aharlayıp/ Ne yazdın denince/ Hep aynı satır/ Âh mine’l Aşk/ Âh mine’l (Cengizhan Oraklı).
“Kevser-i âteş-nihâdın adı aşk
Dûzah-ı cennet-nümânın adı aşk
Bir lûgat gördüm cünûn isminde ben
Anda hep cevr ü cefânın adı aşk.”
“Sonuçta İlâhî Hakikat aşkla başlar ve eşitler herkesi… Ne okumanın varak-ı câne yazmasıdır aşk, ne de kalemlerin nüsha-i aşkı yazmasıdır… Dört eliflik med ve bir nefeslik cezimdir aşk… Kişi âşık olduğunda ismin vav hali alır beden ve bir söz olur âşığın hüznü: Âh mine’l Aşk…” (Esan Gül, Özgün Duruş Gazetesi)
“Âh etmemiz aşk’tandır… Biz âşığız Çünkü, âh ederiz… Çünkü âh’ımız aşkımızın muhbiridir… Bizim âh larımızın esbâbı yalnızca aşktır… Çünkü biz âh etmeye geldik”.
(İskender Pala)
“Âh edemeyen âşık, aşkını ağlayarak dillendirir. ‘Âh mine’l Aşk’ levhalarında ‘âh’ ünlemi celî sülüs ile yazılarak buradaki ‘he’nin iki gözü iki Çeşme gösterilir. Bazı levhalarda, soldan sağa doğru bir ok gidip kalbe saplanmıştır. Âh edince ağzından ateş ve duman Çıkan âşıkları resmeden levha örnekleri de vardır. “Biz âleme bir yâr için âh etmeye geldik” diyor Avni.
“Âh mine’l Aşk… Âh!… Tek hece… Bütün lisanlarda aynı olan mânâ… Bir ‘elif’ ardından bir ‘he’… Allah adının ilk ve son harfi… Elif ve he ile yanmış aşk… Zora tahammülü güzel bulanlara değil; güzele tahammülü zor bulanlara yazgılıdır âh… Güneşi izleyen bulut, gizleyebilir mi hiç varlığını güneşin; acıyı saklayan tebessüm, ya saklayabilir mi hiç vücudunu acının? Dokunulunca en ince teline içindeki sızının, bülbül durabilir mi şeydalanmadan tâ mahşer olunca?.. Her nereye bakarsa gördüğü âh’tır aşkın; âh elinden niyaz için mescide girse dahi… Minaresi elif, kubbesi he’dir Çünkü camilerin… Ve hâlâ elif’in bağrı şerha şerha kan ve hâlâ iki gözü iki Çeşme he’nin…
(İskender Pala)
Erbab-ı aşka pîşe heman her gün âh imiş
Her bir nefes ki âh ile geçmez, günah imiş…
Âh mine’l Aşk… Latin harfleriyle yazıldığında bile büyülüyor insanı. Hattatların kalemine mutlaka uğramış bir cümle…
Osmanlı devrinde bir genç evlilik Çağına yaklaştığında ve de âşık olduğunda bunu ailesine hissettirmek için hemen bir ‘Âh mine’l Aşk’ tabelası yazdırır, evin salonuna asarmış.
Eskiden, mezartaşlarına yazılmasını isterlermiş insanlar bu sözün. Ölümü aşktandır desinler diye… Ölüm, aşk yüzündendir, aşk ölümdür diye…
Hüzünlü bir hikâyeyi anlatır ‘Âh mine’l Aşk’… Hat sanatında ağlayan iki göz ve bir ‘elif’ Çizilerek ifade edilen ‘Âh mine’l Aşk’, ‘aşkın elinden’ anlamına gelen bir tamlamadır. ‘Âh mine’l Aşk’ın ilk harfi ‘elif’ bir hançeri, ikinci harfi ‘he’ ise ağlayan iki gözü simgeler. Hem kahreden aşk, hem de kahreden gözyaşının ifadesidir. ‘Aşktan âh Çekme’ anlamına gelen ‘Âh mine’l Aşk’, sevip de kavuşamayanların hikâyesini anlatır.
“Sûr mu, mâtem mi bilinmez yakîn,
Nây u kudûm ile gelir âh âh…
Nûr –ı mücessem midir, ateş midir?
Yakışını söylesem, âh âh…
Âh mine’l ışkı ve hâlâtihî,
Ahraka kalbî bi harârâtihî…
(Âh âh!/ Neyle, kudümle gelir/ Düğün müdür, yas mıdır, gerçekten bilinmez…/ Cisim şekline girmiş nûr mudur, ateş mi?/ Hele yakışını hiç anlatamam; âh âh!.../ Âh aşktan, aşkın hallerinden,/ Gönlümü hararetiyle yaktı, yandırdı…)
“Âh mine’l Aşk” yazılı tabiat resimlerinde; halk sanatında tabiat, bir Çerçeve gibi insanın Çevresinde yer alırken burada ‘elif’ ve ‘he’ yi insan olarak düşünürsek tabiat bunun Çevresinde ikinci planda toplanıyor demektir. Tabiatın sınırsızlığı yazı ile resimlenmesine kolayca imkân sağlayamadığından yazı sadece resmin ortasında görülür, ‘he’nin dere şeklinde gözyaşlarıyla, tabiatla birleşir, aynı şey olur. Bu ‘Âh mine’l Aşk’ yazılı tabiat resimleri ateşle suyun, iki zıt mizâcın yankısıdır. Yedi dağın tepesinden ateşler, dumanlar fışkırırken, iki gözlü ‘he’nin gözlerinden akan yaşlardan dereler, denizler meydana gelir. Elif’in tepesinde yıldırımlar zikzaklar Çizer.
Demir dağları eriten, feleğin aynası olan, gök kubbesini karartan, yeryüzünü tûfanlara boğan bu aşk timsalinde iki aynı güç yan yana bulunduğu halde birbiriyle birleşememektedir. Ateşle su, ‘elif’le ‘he’ bunu sembolleştirir.
Tabiat ile yazı karışımı olan bu resimlerde; aşk oku ile yaralanmış ‘he’ , bazen bir kalbi andırırken, ‘elif’in zülfesinden Çıkan dumanlar da aşkın ızdırabını aksettirirler.
…
“Âh mine’l Aşk” ile ilgili efsaneler bitmeyecektir… Çünkü insanlar aşkın ağına düşecektir her zaman… Ve türlü şekilde Çıkacaktır karşımıza âh’ın hikâyeleri ve aşkın halleri… Şiirler yazılacaktır, içinde bin âh barındıran… Bazen Kerem olur, bazen Ferhat, bazen Kays olur, bazen Züleyhâ… Ama hepsinin adı aynıdır defterde. Hepsi, aşkın ağına düşmüş ‘âşık’lardır.
“Bu âşık başka bir ülkede İkaros’tur. Mâşukunu aramak için balmumundan yaptığı kanatlarla güneşe uçmayı dener İkaros. Güneşe yaklaştığında kanatları erir, damla damla iner gökyüzünden. Her damla Hattat’ın kâğıdına konar, ne var ki kimse uyanmaz. Çiftçi tarlasını ekmeye devam eder. Bu sefer hem İkaros hem mâşuk başlar ağlamaya. İkaros düşerken ‘Âh mine’l Aşk’ diye bağırır, mâşuk dökülen balmumuna elif’ten fitil yapar, yanar. Mâşuk sanatçı olur. Sanatını kimse görmez ama, İkaros’un sıcaklığıyla yanmıştır bir kere. Kâğıdı son kez alır, gözyaşlarının arasına bir ‘elif’ Çizer. Bu ‘elif’ de sevgilinin burnu olur ( inanmayan ‘elif’ harfini ters Çevirip bakar). Âşık, maşukunun kokusunu mürekkepte bulur ve hasret biter. Buna bakıp gıpta edenler de şiir yazar, ağlarlar.”
(İskender Pala)
Onlardan biridir Mevlânâ…
“Âh mine’l Aşk
Aya öfkelenmişim ben,
İşte böyle kapkaranlık bir gece olmuşum,
Padişaha kızmışım,
Çırılçıplak bir yoksul olmuşum.
Güzeller Sultânı gel demiş,
Evine Çağırmış beni.
Ben bir yolunu bulmuşum,
Yola baş kaldırmışım.
Sevgilim baş Çeker, naz ederse,
Gamlara atar, kararsız korsa beni,
Bir kez olsun âh demem, inad için.
Âh’a da kızmışım ben.
Bir bakarsın altınla aldatırlar beni.
Bir bakarsın şanla şerefle aldatırlar beni.
Oysa altın falan istemiş değilim ondan,
Şanla şerefe hele Çoktan boş vermişim.
Ben bir demirim, mıknatıstan kaçıyorum,
Bir saman Çöpüyüm ben, mıknatıstan yan Çizmişim.
Ben öyle bir zerreyim ki, bütün âleme isyan etmişim,
Havaya, toprağa isyan etmişim,
Ateşe, suya isyan etmişim.
Altı yöne isyan etmişim.
Beş duyuya isyan etmişim,
Hava, toprak, ateş, su da neymiş ki,
Altı yönde neymiş, beş duyu da ne
Benim için hiçbir şey umurumda değil.”
…
‘Âh mine’l Aşk’; bazen şiir olur gelir karşımıza, bazen hikâye, bazen de resimdir… Ama her hâli de eritir içimizi… Aşktan acı Çekmenin adı… Severken kavuşamamanın hâli…
Hat sanatı, tasavvuf yörüngeli anlatımlarla Çizilir. Bildiğimiz kuru aşklar değildir anlatılan.
Ferit Edgü’nün 1970-1976 yıllarındaki şiirlerinin olduğu kitabında ve kitaba adını veren şiirinde de geçer: “Bir âh minel aşk/ Duvarında yüreğimin/ Bakar durur herkes/ Kimse göremez/…/ Bir âh minel aşk/ Okuyla delinmiş/ Bağrı ozanın/ Herkes durur okur/ Kimse anlamaz/…/ Bir âh minel aşk/ Kentin üstündeki bulutlarda/ Gözyaşlarından Çizilmiş.”
Şeyh Gâlib’in terci-i bendinin tekrarlanan bölümünde de geçer Âh mine’l Aşk. Şiir şöyledir:
“Ey ruh-ı pâkinde iyan nûr-ı zât
Sînesi âyîney-i vech-i sıfât
Pertev-i hüsnünde nümâyân temam
Sırr-ı Hüdâ mâ hasal-ı kâinat
Sen, urıcak vakt-i semâ’ içre Çerh
Şem’ine pervâne olur şeş cihât
Şevk ile can tazelenir ben desem
Nutk-ı safâ – bahşına ruh’ul- hayât
Pertev-i envâr-ı cemâlin senin
Aşk ile verdi dü cihâna sebat
Doldu tecelî-i Hüdâ’dan sivâ
Şems-i muhabbet edicek iltifât
Yandı o ateşle dil-ü canımız
İtti cemâlin velî keşf-i simat
Âh minel ışkı ve halâtihî
Ahraka kalbî bî harâratihî
Görmeği istersen eğer mahşeri
Çerhte seyreyle o meh- peykeri
Aşk ile galtî de olup mihr-veş
Salmada âlemlere nûr ve fer i ”
…
Bilir misin ey Tâlib; ‘âh’ demek Allah demektir…
Âh!…Âh!… Âh ki âh!… Ey âh!… Sonu hep eyvâh… Ey Allah! Âhlarımızı hiç bitirme… Aşkta yitsek de… Aşkımızı hiç bitirme… Âh’lara düşsek de… Kalemimiz hep âh desin, ezelden alışmış zaten… Kamışlıktan koparıldığı günden beri hep âh diye inlemekte… Biz hiç usanmazız aşkı yazmaktan… Aşk ver Allah’ım, kalemimize, kalbimize… Kendimize gelene dek… Âh etmek için… Aşk olsun diye… Uğrasın hep kalemimize ve kalbimize… Âh için… Aşk için…
Songül YALÇIN