Bir dönem, Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olan Bursa'nın, bilinen birçok özelliğinin haricindeki güzelliklerine tanık oldukça, Osmanlı'nın bu şehri neden başkent olarak seçtiğini Çok daha iyi anlıyorum.
Osmanlıyı sadece satır aralarından okuyan birisi olarak ben, bu kentin tarihe açılan kapısından girip koridorlarında ilerlerken, sanatın bütün renklerine ve ahenklerine her geçen gün biraz daha yakından şahit oluyorum. Bu seyir esnasında, gerek bu latif şehre olan hayranlığımı, gerekse bu şehre emeği geçenlere olan hayranlığımı gizlemeye gerek duymuyorum.
Ben 1980 yılında bu zarif şehirde doğmuşum. 1988 yılında Bursa Kız Lisesi'nden mezun olduğumda hedefim İngilizce öğretmeni olmaktı. Fakat aynı yıllarda başlayan başörtüsü meselesi tüm yaşamıma farklı bir yön verdi. Üniversite kapılarının kapanması beklide yazgımın tayinini de belirlemişti.
Çocukluğumda, sadece hep kitap ciltlerinde görmeye alışkın olduğum ebru sanatı, Çalışma hayatımın acımasızlığı ile yeni bir serüvene doğru yelken açtırdı.
Her geçen gün, içimde büyüyen ebru sevdası, adı konulmayı bekliyordu. Bundan sonra bir ustaya, bu sevdayı benimle birlikte kucaklayacak bir öğreticiye ihtiyacım vardı.
Bütün inceliklerin, ustalıkla nakşedildiği bu tarihi şehirde, geleneksel sanatlardaki ustaların ve temsilcilerinin eksikliği, bu sanatların tanınmasını ve gelişmesini sekteye uğratıyordu.
Daha sonra, Bursa'ya kapı komşusu kadar yakın olan İstanbul'un, klasik sanatların merkezi olduğuna şahit oldum.
1999 yılında gönlüme düşen ebru aşkı ile ancak 2003 yılında buluşma imkânım oldu.
Bu tarih; hem benim için, hem de Bursa için, sanat alanında yeni bir Çağın başlangıcı sayılabilecek kadar önemli bir tarih oldu.
Bursa Birlik Vakfı'nda, İstanbul'da ikamet eden hocalarla haftada 1 gün olmak üzere ebru sanatını öğrenmek için dersler almaya başladım. Bu ebru sanatı ile olan serüvenim de böylece başlamış oldu.
2 yıl boyunca, farklı hocalardan ebru dersleri aldım. Özellikle Feriha UYSAL hocam bu sanat hakkında, bütün tecrübelerini ve birikimlerini bize cömertçe sundukça benim yaşamımda ayrı bir yer teşkil etmeye başladı. Ayrıca İstanbul'da ki sanatsal gelişmeleri ve faaliyetleri hocamızdan öğrenmek bizler için büyük bir nimetti.
Büyük keyifle başladığım ebru derslerine devam ettikçe, bu sanatın manevi dünyama haz verdiğini ve ruhumu dinginleştirdiğini hissetmeye başladım. Gün geÇtikçe, cazibesi ile beni peşinden sürükleyen ebru, artık hobi olmaktan Çıkmış yaşamımın bir parçası haline gelmişti.
Ebru kursu ile sınırlı olan tekne deneyimlerim, beni tatmin etmemeye başlamıştı.2 sene sonra kendi minik atölyemi oluşturdum. İş stresini, gece yarılarına kadar tekne başında ebru yaparak atmaya başladım.
Uzun gecelerde, önünde diz Çöktüğüm teknem, başka kapıları da aralamamın zamanı geldiğini işaret ediyordu. Tekne başına geçip fırçayı elime aldığım andan itibaren bu sanat ile aşk muhabbetim de başlamış oluyordu. Öd kokusu, fırçadan damlayan boyanın su ile teması, beni başka bir âleme götürmeye yetiyordu. Boyanın suya karışmamak için direnmesi, su yüzünde kalması, şekil almaya hazır beklemesi, sanki insanın her türlü zorluk karşısında alması gereken tavrı öğretir niteliğinde idi.
Ben bu sanat ile muhabbet ettikçe, o bana cevap vermeye başladı. Aramızdaki muhabbet büyüyüp ilerledikçe de bunu sevdiklerimle paylaşmak istedim, bu sebeple ilk bireysel sergimi, Gökdere Kültür Merkezi'nde açtım. Ve sergi sonunda gördüm ki Bursa sanata sevdalı olduğu kadar, aynı zamanda sanata hasret bir Bursa imiş.
Suya nakış atmanın sırrına vardığım ilk günden itibaren şehrimizden de sorumlu olduğumuzun farkına vardım. Yaşadığım şehri ihmal etmek, Bu şehre vefasızlıktan başka bir şey sayılmazdı, Bursa'nın yeniden bir kültür şehri olarak adından söz etmesi, sadece bu güzel sanatın değil, bilinmeyen diğer sanatların yeniden bilinmesi için adım atmak gerekiyordu. Bunu önce bu şehre sonra kendime karşı üstlendiğim bir sorumluluk olarak gördüm.
2007 yılında başladığım eğitmenlik hayatı ile ebruda olgunlaşma serüvenime adım atmış oldum...
Ebrunun o naif sırlarını ve inceliklerini bende öğrencilerimle birlikte aynı zamanlarda keşfediyordum. Her geçen gün edindiğim tecrübeler, bir sonraki öğrencilerim için köklü bir birikim oluşturuyordu. Her öğrenci benim için; yeni bir tekne, bir fırça, fırçadan süzülen damlaya verilen ruh şekli demekti. Her öğrenci, ebrunun bir sırrına, birlikte vakıf olmak demekti ve her öğrenci bu sanat için yeni bir nefes, yeni bir ses demekti.
Sanat; insan ruhuna hususi bir incelik nakşediyor. Manevi ihtiyaçlarımızı gidermek için insan ruhunu ince ince nakışlarla beziyor.
Sanatın manasını Çözmeye Çalışmak, büyülü bir dünyaya adım atmaya benziyor. Atılan adımla yeni bir dünya yaratıp, içinde yeni alanlar keşfetmeye benziyor.
Etrafıma topladığım ebru gönüllüleri ile birlikte yeni alanlar keşfettikçe alanlarımız da büyümeye ve genişlemeye başladı.
Şehrimize yeni bir soluk kazandıran kültür merkezlerimiz, ebru sanatı sevdalılarını önce, Gökdere Kültür Merkezi'nde, daha sonra Seyyid Usul Kültür Merkezi'nde ağırladı. Halen, bu elit mekânlarda devam eden ebru derslerimiz ile geleneksel sanatlarımızın gelişimine rehber olmaya gayret ediyoruz.
2009 yılında açtığım ‘'Nakş-ı Ebru' sanat atölyesinde, ebru dersleri başta olmak üzere hat ve tezhip sanatı derslerini de vermeye başladık. Bu sanata olan ilgi Bursa'nın sanat adı altında Çizdiği rotayı da aleni bir şekilde belli etmeye yeter nitelikteydi.
Nakş-ı Ebru; İşte benim adı konmuş en güzel sevdam...
Sabrımın diğer adı...
Yaratana olan bağlılığımın bir tomurcuğu...
Bu tomurcuk önce ağır ağır açtı sabrettim.
Bekledim, sevdim gönül verdim...
Nakş-ı yapmak değil onu o hale getirmek için Çaba sarf ettim, sabretmek gerekir dedim. Boyanın rengini, fırçanın sesini, o olmazsa olmaz deyim yerinde ise mis kokulu ödün kokusunu içime sindirdim. Öğrenmeye başladıkça renkler akıl almaz şekilde bir sır gibi açılmaya başladı. Sırlar açığa Çıktıkça ümitlerimi tekneye atmaya devam ettim. Şimdi; öğrenmenin tadına varamadan, öğretmenin o doyumsuz, hazzını yaşıyorum. Dostlarımla birlikte Çıktığımız bu gönül yolculuğunda gemimiz tekne, küreğimiz fırça oldu. İşlenen her nakış mutlaka yerini buldu. Her nakış bir ses oldu gönülden dile geldi.
Her nakış bir haykırış oldu suya yansıdı. Suda şekilenen her motif kâh, sevdalı kalplerde bir tomurcuk, kâh kendini bulma yolunda bir rehber oldu.
Boyaya şekil veren her biz darbesi sonunda, ebru sevdalısı kendini mutlaka Nakş-ı Ebru'da buldu.