Klasik Türk Sanatları Vakfı

Fuat Başar 35. Sanat Yılı

30.10.2011

                                                                 

Klasik Türk sanatları vakfının bir kadirşinaslık örneği olarak benim unuttuğum ama onların hatırladığı 35.sanat yılı dolayısıyla burada toplanmış bulunuyoruz.

Bana sen daha 20 yaşındasın sanat yılında 35.yıl nereden çıktı diyorlar. Gerçekten 35 yıl değil 35 gün geçmiş gibi. Biraz uzun olduğu düşünülebilecek bir macera ama Arapların meşhur bir lafı vardır; “Küllü atin garip” yani gelecek yakındır. Bu günler bizim için gelecekti ama yakınlaştı. 35 Yıl 35 Gün gibi geldi geçti. Bu arada neler yaptık, neler gördük neler yaşadık, bundan sonra neleri yaşamayı isteriz. Sanat dünyası adına neler olsun, temennilerimiz neler olur diye anlatmayı isteriz.

Biz sanata nasıl başladık, kimlerden ders aldık, ne gibi sıkıntılarımız, çilelerimiz oldu, ne gibi güzellikler yaşadık; belki çok tahsilatına giremeyeceğiz fakat bu konuda bana yardımcı olmaları için Kadim dostum Prof. Hüsrev SUBAŞI’na söz vermek istiyorum.

Hüsrev SUBAŞI

Ben Fuat BAŞAR hocamızdan bahsetmek istiyorum. Kırk yıl kadar öncesinden bahsedecek olursak; İstanbul’da Cağaloğlun’da eski bir han odasında yaşlı 70-80 yaşlarında bir adam Hamit bey dedikleri han kahvecisinin yanından geçerek karanlık loş bir odada 60 yılını geçirmiş son yılların en büyük hat üstadı ve bu sanatı da son nefesine kadar götürmüş nadir sanatkarlar dan biri Hamit hoca’ya, Fuat’cığım mektupla ulaşanlardandı. Öğrenciliği bu şekilde başlamıştı. Daha sonra kendisi gelerek hocadan bizzat meşk ederek sanatını belli bir noktaya getirdi ve icazetini aldı. O zamanlar 1892’de hocamızın 91 yaşında iken vefatının akabinde hat sanatı hala yaygın değildi. Bu işe bir kıymet atfeden yoktu. Sahaflara gittiğiniz zaman çok değerli hatları ne alırsan 1 lira hesabı çok rahat bulabilirdiniz. Kendine neden yazık ediyorsun buralara gidip gelip diyenlerin olduğu bir zamandı. Fuat BAŞAR ‘da o mecnunlardan bir tanesidir. Neşesini bu güzel sanattan almış ve bütün gayretiyle nefesinin, nefsinin bütün gücüyle kitlelere yayma konusunda elinden geleni yapmıştır. Fakat o sanat olarak bir dal daha seçti. Ebru dalın da DÜZGÜNMAN hocadan bir sanat daha elde etti. Biz onu Hatla ilgileniyor, Ayasofya’da bir meşk hane açtı derken iş Ebru’ya dönüştü. Ebru onu öyle bir sardı, aldı götürdü ki acaba Fuat Hattı tamamen mi bırakır diye tereddüt ettik ama o kadar Çelebi meşrep idi ki Hat ta gelen Hat meşk ediyordu, Ebru ya gelen Ebru meşk ediyordu hatta bazen ikisi karışıyordu. Ne zaman gitsek başı hep kalabalıktı. Gelenlere muhakkak ikramda bulunuyor idi. Böyle Çelebi bir zattır arkadaşımız. Zaman içerisinde onun tekkesinden bu sanatların şevkini, heyecanını, aşkını çok büyük kitleler aldı. Hani gidersiniz bir hocaya talebesi olursunuz bir alanı elde edersiniz bu alanda çalışırsınız.Bu istikamette sizden istifade edenlerde olur. Bu doğaldır ama Fuatcığımın öyle değil. Ben Ebru sanatında ilk defa derinlik gölgeyi onun çiçekli Ebruların da görmüştüm. Üç boyutlu Ebruyu ilk kez onun çalışmalaınrda gördüğüm zaman heyecanlandığımı hatırlıyorum.

İlk kendisini tanıdığım zamanıda eklemek isterim.1980’de Hicret’in 1400 cü yıl dönemi vesilesiyle Erzurum’da bir sempozyum olmuştu.Bende çiçeği burnunda genç bir asistan olarak hattat Osmanlı Padişahlarını anlatmak üzere gittiğimde pek kalabalık bir salon bütün halk oraya toplanmış hocalar akamedik konuşmalar yapıyorlar.Felsefeden,edebiyattan,tarihten bahsediyorlar.Millett sıkılmış.Ben perdeye akseden Topkapı sarayından padişah hatlarıyla ayetler,hadisler okuroyum.On beş dakika da bitirmem gerekiyordu. Fakat o bildiriyi bitiremeden sahneden indiğimi hatırlıyorum.Gençler birden etrafmı sarmıştı.O gençlerin içinde biri vardı benim yaşlarımda oda Fuat Bey’di. Tanışmamız bu şekilde olmuştu. Kendisine çok teşekkür ediyor. Sanatının uzun yıllar şevkiyle devam etmesini diliyorum. Tebrik ediyor nice 35 yıllar diliyorum.

Biran otuz beş küsur yıl öncesine gittik. O zamanlar çok çok az insan var sanata hizmet eden. Bulanlarda birbirine kırk yıllık ahbabını görmüş gibi sarılıyor ve o dostluklar inanın sarsılmıyor. Bu sanatın birleştiriciliği çok enteresan. Günümüzde bunu yeniden tesis etmekte fayda var. Aynı sanat dalları altında değil sadece, Türk İslam sanatları olarak hangisi varsa hangisinin mensupları varsa benliğinden sıyrılarak ben değil de biz kavramına ulaşarak inşallah işi devam eder götürürüz. Sanatla uğraşırken ben değil de o.O kavramıyla yani; onun bir kulu olarak sanatımı icra ettirmeye gayret ediyorum, O’nun yardımıyla, ümmeti ve gayreti ile. Öyle olunca iş çok kaymaklaşıyor. Niyetimiz ilk önce bu sanat camiası arasında bu dostluğu muhabbeti yaymak, ama daha sonra bunu geniş bir çapta yaymak.

Sanatlar çok sınırsız. İnsanların sanat diliminde bildiği çok az sanat var. Kim bilir keşfedilmeyi bekleyen nice sanatlar var. Fakat sanatlardan gayemiz, sanatların ve sanatkârların mucidi Cenabı Haktır. İnsanları da kendisinin en üstün bir eseri olarak yaratmıştır ve kâinatı da o sanat eserin emri altına vermiştir. İnsanoğlu bunu bildikten sonra, bir insanı Cenabı Hakk’ın bir eseri olarak saygısını duyacak. Ters düşen inancına, muhalefetle beraber güzel bir şekilde onu doğruluğa davet edecek. Rahmetli Düzgünman’ın söylediği şu cümle çok hoştur, bir hayat prensibi gibi. Sanatların çoğu zordur ama en zor olanı da adam olmak sanatıdır, onu başarmayı çalışmamızı söylerdi.

Bildiğiniz üzere biz Ebru ve yazı ile uğraştık ta, 76’dan beri başımızın belası olan şiir ve edebiyat dünyasıdır. Şimdiye kadar pek bilinmeyen yönümdü. Dünya İslam Edebiyatçıların birliği üyesiyim. Kurucumuz rahmetli Ebrul Hasen Ali Ennedbi zamanında üye olduk. İslam Edebiyatına ve Şiirine epeyce hizmetimiz dokundu. Tahminen 20 yıla yakın önce, aziz dostum Ekrem Kaftan ile yazı ve şiir yazarak beraberliğimizi sürdürüyorduk.

Ekrem Kaftan

Fuat Başar hocamı, 1993 yılın da Türkiye Gazetesi kültür Sanat Muhabiri olarak Beşir Ayvazoğlu vasıtasıyla tanıştım ve tanıştığım günden beri onun talebesiyim. Benim dünyada tanıdığım ve peşlerini bırakmadığım birkaç adamdan biri de Fuat Başar’dır. Biz aslında Fuat Başar hocamla hoca talebe münasebetimizin şiir ayağında varız. Eğer bugün az çok bilinen bir şair Ekrem Kaftan varsa, hemen hemen bütün şiirleri Fuat hocanın tezgâhından geçmiştir. Onun tasvir etmediği şiiri ben kitaplarıma almadım. Beni şiir yazmakla teşvik eden, sürekli geldiğinde yazmamı söyleyen Fuat hocamdır. Size küçük bir kopya vereyim. Fuat hocanın kitap olarak basıla bilecek tek nüshası bendedir. Hocamın şiiri bırakması beni oldukça üzer, çünkü büyük bir kalem çok büyük bir kabiliyet. Hat ve Ebrunun getirdiği bir dezavantaj olarak algılıyorum bunu. Eğer şiirde de bu sır olsaydı, eminin Hatta Ebruda nasıl devam ettiriyorsa şiirde de devam edecekti. Dolayısıyla hocamın şiirleri onun şair olduğunu gösteriyor. Onun, sanatında bu kadar güzel insan yetiştirmiş olmasında gerçekten tevazuunun çok büyük bir yeri olduğunu ben tanıdığım günden beri müsaide ediyorum. Hocamın yetiştirdiği çok büyük sanatkârlar var. Hattı bırakmış olabilir, en azından o dergâhta sohbette bulunmuş olabilir. O kadar çok şey öğrendiklerini ben kendi nefsim adına biliyorum.

Fuat Başar

İnsanın bağrını delen üslupla şiir yazan Ekrem Kaftan gibi kaç tane şairimiz kaldı. Bütün bunların altında yatan da işte o sevgi ve muhabbettir. O olmaksızın hiçbir şey olmuyor. Cennet bile muhabbet ehlinin yeridir.

Ben sanata yanlışlıkla başladım, bizim Osman Ösçay gibi. Tıbbiye’de öğrenci iken kitap okumaya meraklı olarak dergâh yayınlarına giderdim. O zamanlar yeni çıkmış olan kalem güzelleri adında bir kitap elime geldi. Açıp baktığımda bilmediğim bir yazı çeşidiyle karşılaştım. Bu yazılar beni adeta bir başka âleme taşıdı ve orda ki hacı amcaya bu kitapları bana sarmasını istedim. Aldığımda Emirgan çay bahçesi diye bir yer vardı oraya geçtim ve orada kitabı okuyorum. Ömrümde basamak taşları olacak iki kişiyi orada tanıdım. Birİsi Erzurumlu hacı diye anlattığım Ömer Faruk KIZILCIMOĞLU esrar baba lakaplı tasavvufunun son dönemlerinden bir zat. İkincisi de Erzurum’un yetiştirmiş olduğu, çok büyük felsefecilerden Ali KARAAVCIı. Ben orda bu yazı sanatına başlamaya karar verdim. Lakin bunun ustasının kim olduğunu, Erzurum’ da olup olmadığını, ne ile yazıldığını ve malzemesinin ne olduğunu bilmezdim. 1976 da bu hadise oldu. Erzurum’da yazıları bilir diye gittiğim kapılardan kovuldum ve o kaplardan kovana şimdi oturup rahmet okuyorum. Kapısından kovmasa idi Hamit beyi araştırıp bulmayacaktım. Ben Erzurum’dayım Hamit Bey İstanbul’da. 80 yılına kadar tafsilatımı mektupla yaptım. 80’den sonra İstanbul’a geldik ve sanat macerası başladı. Bir yandan 77’den itibaren Ebruyla uğraşıyordum. Bir tırnak büyüklüğünde boya kağıda yapışıyor ise ben Ebruyu öğrendim diye havalara uçuyordum. Heyecan her şeyin başında imiş. Yazıda da öyle idi. Marangoz kalemiyle yazı yazıyordum. Maşallah Hafız Osman çırak bile olamaz yanımda,o kadar güzel yazıyorum diye seviniyorum.Aradan bir ay geçiyor şu harf bozuk şunu bir düzelteyim.Üç dört ay sonra diyorum Hafız Osman’ın yazılarına bir baksam.35 yıl geçmiş aradan dönüp bir bakıyoruz Hafız Osman bizim çırağımız değil biz onun  pabucu olacak durumda değiliz.İşin yolunu bize en başta büyüklenmelerle öğrettiler.Büyüklenme iş senin gördüğün gibi değildir şeklinde.İş bizim gördüğümüz gibi değil, onların yazdığı gibi.

Biz bunları görerek bu işe başladık. 80’li yıllarda hicri 1400 yıllardı Hamit beyden icazetimizi aldık. Bu tarihten sonra 89’lu yıllara kadar DÜZGÜNMAN’ın atölyesine devam ettik.1990 yılının 12 Eylülün’de DÜZGÜNMAN Rahmetli oldu. O tarihten sonra kendi atölyemizde çalışıp bu sanata gönül verenlere hizmet etmeye çalıştık.               



Bu Kategoriden...