HARFLER DEĞİŞİRKEN TAPUCU HÜSEYİN EFENDİ
Hüseyin Efendi, 24 yıldır Marmaris Tapu Müdiriyeti evrakındaki küçücük masasında tapu evrakını deftere geçiriyordu. Onun için tapu, ay, gün, yıl ve tarlanın, evin, bahçenin "cânib-i erbaası"ndan ibaretti. "Şarken şu, garben bu, şimalen şu, cenûben bu..." yazmak şiir gibi gelirdi ona. "Mutasarrıf olacak kimse" sütunu hiç önemli değildi onun için. Bunca toprağın, malın mülkün sahibi şu olmuş, ne önemi vardı kendisi için!..
Her sabah geldiğinde, siyah dimiden yapılmış kolçağını dirseğine kadar koluna geçiren Hüseyin Efendi, kolçağın lastiklerini şehadet parmağıyla düzeltir, sandalyeye oturup besmele Çeker ve tapuları deftere geçirmeye başlardı.
Kesik uçlu dolma kalemden akan koyu mor mürekkep kâğıdın üzerine yayılırken yumuşak bir cızırtı Çıkarırdı. Hüseyin Efendi, bu yumuşak cızırtılarla, kalemin kendisiyle konuştuğuna inanırdı. Çok işlek ve mevzun bir rik'a yazısı vardı. Harfler, kelimeler, satırlar dizi dizi sayfaya yayıldıkça, Hüseyin Efendi büyük bir hüsn-i hat sanatkârı gibi haz alırdı. Kalemin sayfa üzerinde gezinirken Çıkardığı hoş titreşim, parmak uçlarından başlayarak tüm vücuduna yayılırdı. Bu cızırtılı titreşimi neredeyse ayak parmaklarının uçlarına kadar hisseder, zevk alırdı.
4-5 sene önce bir gün bir hata yaptı. Tapunun sahibini yazdığı haneye "Teb'a-i Devlet-i Aliyye'den Hacı Halil oğlu Mustafa Efendi" yazdı ama hatasını hemen anlayarak "Teb'a-i Devlet-i Aliye"nin üzerini Çizip üstüne "Türkiye Cumhuriyetinden" yazdı.
Askerliğini Harb-i Umumî'de yapmış, yazısı güzel ve imlası düzgün olduğu için bölüğünün yazıcısı olmuş; kaleminin cızırtısına top sesleri ve barut kokusu karışmıştı. Arada sırada arkadaşları için yazdığı mektuplara, onların mutluluğunu yansıtırcasına, ayrı bir özen gösterirdi. Ana-babasına yazdığı mektupları da nakış nakış işlerdi âdetâ...
Arka tarafı dağ, önü deniz olan Marmaris'e Ankara'nın sesi biraz geç gelirdi ama geldi mi de, yeni gelen habere kadar uzun uzun konuşulurdu. Geçenlerde, Ankara'dan yeni bir haber gelmişti. Mustafa Kemal Paşa, harfleri değiştirecekmiş. Avrupa harfleri kullanılacakmış. Hüseyin Efendi, önceleri "Olmaz; herhalde tevatürdür" diye geçirdi içinden. Sonraları, Mustafa Kemal Paşa'nın değişik yerlerde yeni harfleri halka öğrettiği haberleri gelmeye başladı. Harfler değişirse, inci gibi rik'a yazılar yazamayacaktı. Askerdeyken Avrupa harflerini görmüştü. Çok soğuk gelmişti bu harfler.
Hüseyin Efendi, ara sıra gittiği fırka kıraathanesinde, "İmlası zormuş, Türkçe' ye uymuyormuş. Kemal Paşa kararlıymış; mutlaka harfleri değiştirecekmiş" dendiğini de duyar, sonra "İmlaya uyuyor mu uymuyor mu?" tartışmalarına katılırdı.
Son zamanlarda biraz aklı yatmaya başlamıştı imla konusuna.. Çocukken arkadaşlarıyla yaptıkları okuma şakaları gelirdi aklına. "Eşk-i hüsn" yazar; arkadaşlarına okutur; onlar da yazdığını "eşek Hasan" diye okuduklarında basardı kahkahayı. "Kürekçi" yazar, arkadaşları "kör keçi" okurdu; "kürek" yazar, arkadaşları "görün, gevrek, görek, gûrun" okurdu; "köşk" yazar, arkadaşları "gevşek, gûşun" okurdu. Hüseyin Efendi gülmekten katılırdı. ( Ayıp bir kelime olarak okunacak masum kelimeler de yazardı Hüseyin Efendi ama onları buraya yazmak olmazdı.)
İmla meselesi aklına yatmıştı Hüseyin Efendi'nin. İmla için güzelim rik'a yazısını yazmaktan vazgeçecekti. "Belki yeni harflerle de güzel yazarım" diye düşündü bir zaman.
Bir gün Ankara'dan yeni bir haber geldi. 1 Kasım günü Meclis yeni Türk harflerini kabul etmiş, 1 Haziran 1929 gününe kadar tüm memurlara yeni Türk harflerini öğrenme mecburiyeti getirilmişti.
Hüseyin Efendi gecesini gündüzüne kattı. Fırkanın düzenlediği yeni harfleri öğrenme derslerine katıldı ve dört beş ayda yeni harflerin imlasını öğrendi. Kendi gayretiyle, yeni yazıyı da rik'aya benzetmeye Çalıştı ama ne kadar uğraştıysa da bir türlü beceremedi.
Bir yandan eski yazıyla kayıtları tutmaya devam ediyor; bir yandan da yeni harfleri iyice pişirmeye Çalışıyordu. Kanunun verdiği süre dolmak üzereydi.
Yeni yazıyı ilkin rakamlarda kullandı. Tarih 16 Mayıs 1929 idi ve o günün tarihini yeni rakamlarla attı. Eski yazının içindeki ilk yeni yazıyı, gözleriyle şöööyle bir süzdü. İçi bir hoş oldu...
Yeni yazıya geçmek için 15 gün daha vardı. Yazdığı son kayıtları yazarken, rik'a yazının tüm hünerlerini göstermeye Çalışıyordu. Harflerin kıvrımları beyninde tatlı bir iz bırakıyor, bir yandan da yeni harflerin heyecanını yaşıyordu.
31 Mayıs günü tapu kayıt defterinin 124. Sayfasına gelmiş, son olarak eski rakamlarla "190" yazıp altına iki de Çizgi Çekmişti. Eski yazıya Çekilmiş bir Çizgiydi bu.
1 Haziran günü gene mesaiye başladı. Kolçağını takıp sandalyeye oturdu. Kolçağının lastiklerini düzeltti. Besmele Çekip yeni harflerle yazmaya başladı:
"61 lira 53 kuruş temamen teslim sandık edildiği tastik kılınur 1-6-929" (‘Teslim-i sandık' yazmalıydı ama henüz imlayı oturtmamıştı.)
Hüseyin Efendi o gün, alışkanlıklarını terk eden bir insan hüznü yaşadı mı yaşamadı mı, içi acıdı mı acımadı mı bilmiyorum. Bana anlatmadı. Çünkü Hüseyin Efendi yeni yazılı tapu kaydını yazmaya başladığı günden 21 sene 11 ay 11 gün sonra ve Demirkırat Parti iktidarına birkaç gün kala öldü.
Derleyen:SONGÜL YALçIN
Alıntı: Prof. Dr. Nâmık AçIKGÖZ - Vakit Gazetesi