Klasik Sanatların Üstadı Prof. M.Uğur Derman’ın Dilinden “İstanbul’da Mushaf-ı Şerif Yazma Geleneği”
Klasik Türk Sanatları Vakfımızın İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı projeleri kapsamında Klasik Türk sanatlarında 15 sergi 15 seminer adlı projenin on beşincisi İstanbul’da yazılana Mushaf-ı Şeriflerin serlevhalarından oluşan sergi ve Prof. M. Uğur Derman hocamızın sunduğu “İstanbul’da Mushaf-ı Şerif Yazma Geleneği” konulu Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırma Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Seminer, Vakıf başkanı Ahmet Zeki Yavaş’ın hat sanatında aklâm-ı sitte’nin önemli simâlarından meşhur Yakût El-Müstasıminin (ö. 1298) temsilci olarak görülen ve kendisine “Yakut-i Rûm” denilen Şemseddin Ahmet Karahisârî (ö.1556) yazdığı 414 yıllık Mushaf-ı Şerif’in tıpkı basımının yapılacağı müjdesiyle açıldı.
Seminerinde konuyu bir sohbet havasında anlatacağını söyleyen Uğur Derman Hoca, hat sanatının Kur’an-ı Kerim’i güzel yazma gayretleriyle başladığını, bu teşebbüslerin geçmişinin Asr-ı Saadet dönemine kadar uzandığını ve bu sanatın Osmanlı’da ikmal edildiğini hiçbir şekilde ırkçı bir niyet taşımadan söylemenin mümkün olabileceğini belirtti.
İstanbul’un 1453’de fethinden önce bu geleneğin diğer payîtahtlarda da gelişme kat ettiğini ve buralardan da güzel örnekler Çıktığı üzerinde duran Uğur Derman Hoca, asıl gelişmenin bu şehirlerin de takviyesiyle İstanbul’da gerçekleştiğini ifade etmiştir. Ancak İstanbul’da bunların en eski hat örneklerin ne zaman yapıldığına dair elimizde kesin bir delil olmadığını söyleyen Uğur Hoca, Fatih’ten sonra II. Beyazıt’la yeni bir hat geleneğinin başladığını işaret etmiştir.
1481de Fatih Sultan Mehmed Han’ın vefatı üzerine tahta davet edilen Şehzade Bayezîd, Amasya’dan ayrılırken hocası Şeyh Hamdullah’ı (ö.1520) İstanbul’a davet etmiştir. Hattatların piri sayılan Şeyh Hamdullah, “Şeyh” unvânını ok atıcılığından almış. Ok ve yay yapmakta meşhur olmuştu. Şeyh Hamdullah’ın iyi bir ok atıcısı olduğundan II. Bayezîd tarafından Ok Meydanı Atıcılar Tekkesi Şeyhliği’ne getirilmişti.
Hat sanatında Yakut’un tavrı varken yeni bir tavır geliştirmenin gerek olmadığını düşünen Şeyh Hamdullah’ı yeni bir tavır geliştirmesi konusunda Bayezid’in teşvik ettiğini söyleyen Derman Hoca, bu andan itibaren Şeyh’in Çalışmalarıyla hat sanatında yeni bir Osmanlı tarzı geleneğinin taya Çıktığını ifade etti. Böylece Osmanlı’da o ana kadar devam eden Yakut tavrının mümessili Ahmet Şemsüddin Karahisârî’ni geleneğinin kapandığını ve Şeyh Hamdullah’la XX.yüzyıla kadar devam edecek yeni bir geleneğin başladığını dile getirdi.
Daha sonra hattın yazılış gayesi ve bu sanatın öğrenme yolu konusunda bilgi veren Derman Hoca, bu konuda hoca ile öğrenci arasındaki ilişikleri ve öğrencinin Çalışma usûlüne değindi. Hocaya göre, icâzet alma sürecin sonunda icâzet alan hattatın bu sanatta Çalışarak ilerleme sağlayacağını ancak istidadın olmaması halinde böyle bir sonuç elde etmesi mümkün değildir.
Karahisârî’nin aklâm-ı sitte’sine karşılık Şeyh Hamdullah’ın nesîh hattı diğer yazı türlerine tercih ettiğini dile getiren Derman Hoca, Şeyh’in bu yazı şeklinde Osmanlı’da temsilcisi olduğunu söyledi. Nesîh kamışın incelik ve kalınlığıyla ilgili bazı bilgilere değinen Hoca, bir milimlik kalemler yazmanın Osmanlı’da Mushaf yazım geleneğinde yaygın olduğuna dikkat Çekti. Bu konuyla ilgi olarak hattatların bir yazının sonuna kadar kalemin aynı ölçüde olmasına dikkat ettiklerini, bu açıdan kamışın her seferde açılışında aynı anı tutturmanın önemi olduğuna vurgu yaptı. Hatta daha az aşındığı için bazı hattatların demir ve lades kemiğinden yapılan kalemleri bile kullandığı olmuştur. Bütün bunlarda amaç, Mushaf’ı yazarken baştan sona kadar aynı kalınlıkta bir yazı fmunu tutturmaktır. Bu konuda bir gelişmenin XIX. yüzyılı başında yaşandığını dile getiren Derman Hoca, Mushaf gibi uzun metinler için tercih edilen “cava kalemi”nin Mustafa Vâsıf Efendi’ tarafından hacca gittiği zaman Cavalı Müslümanların elinde görerek İstanbul’a getirdiğini söyledi. Endonezya’da yetişen bir ağaç türünden yapılan bu kalemle, aşınma süresinin daha uzun olduğu için bir defa açmakla bir Mushaf’ı baştan sona aynı kalınlıkta harflerle yazmanın imkânı doğmuştur. Hattat Hasan Rıza Efendi “cavî” türü kalemle bir açmakla bir Mushaf baştan sona yazmıştır.
Hattın yazılacağı kâğıdın aharlı olmasının önemine işaret eden Uğur Derman Hoca, âharsız kâğıdın mürekkebi kolayca emeceği veya dağıtabileceğini ve böyle kâğıtlara yazı yazmanın ve gerektiğinde tashih yapmanın zlaştığına değindi. Kâğıt âharlamanın Çok Çeşitli yolları olduğunu bunun en yaygın olanı yumurta, un ve nişasta ile yapılan âharlama olduğunu söyledi. Ancak hatta iyi bir sonucun alınması için aharlanan kâğıdın beklemesinin gereğine de işaret eden Hoca, Hattat Hasan Rıza’nın bile bunu tecrübeyle öğrendiğini bir anekdotla anlattı.
Mushaf yazımında satır ölçülerin önemine ve bunun yapılışında “mıstar” denilen ölçüler ilgili bilgi veren Derman Hoca, bu konuda sayfada kaç satır olacağının hattatın tayin ettiğini ifade etti. Bir Mushaf’ın yazılış süresi ilgili olarak farklı örnekleri olduğuna dikkat Çeken Derman Hoca, iki ya da bir ayda Mushaf yazan hattatların taya Çıktığını dile getirdi. Buna örnek olarak Çimşir Hafız (ö. 1820) adlı hattatın iki yüz yakın Mushaf yazdığını ifade etti. Yahya Hilmi Efendi’nin ( ö.1907) de bir ayda bir Mushaf yazmıştı. Yahya Hilmi’nin böyle bir Mushaf yazımına Ramazan ayının dördünde başlayıp bayram günüde bitirmiş, hacca gitmek isteğinden bu yazıdan hediye olarak gelen parayla (7800 kuruş) hac yapmıştı.
Hoca, hattatların Mushaf yazdıklarının karşılığı olarak aldıklarına “hediye” denmesinin Kuran’ın para karşılığı yazılamayacağı anlayışından kaynaklandığını söyleyerek bu geleneğin daha sonra bozulduğunu ileri sürdü.
Derman Hoca, Mushaf’ın hattatlar tarafında yazılmasından sonra yazılan sayfaların müzehhipler teslim edildiğini ondan sonra işin müzehhiplerin tezyînatına bağlı kaldığını söyledi. Hattatlar, yazdıklarını müzehhiplere bazen cüz cüz olarak teslim ederek bir taraftan da Mushaf yazısı bitmeden tezhip işinin başlamasını sağlamışlardı. Mushaf tezhibinde XVI. Yüzyıl Bayezid Devri tezhibinin en iyi örneklerinin verildiği dönemdir. Tezhibin Mushaf yazımındaki yerlerini gösteren Hoca, bunların ayet bitimleri cüz ve aşere ve secde ayeti yerleri ve süre başları olduğunu söyledi. Kur’an hattı başlamadan önce de hatsız tezhip sayfaları da yapılırdı. Bu sayfalara serlevha denirdi. Bu arada tezhipte motif Çizimindeki anlayışa da değinen Uğur Hoca, yaratıcını meydan okuma anlamına gelmesin diye müzehhiplerin tabiatta olan şeylerin üslûplaştırarak Çizdiklerini ifade etti. Bu anlayışta olmayan Batı sanatının üslûplaştırmadan Çizdikleri motiflerin taklit zamanında tezhip sanatına da girdiğini ve bu sanatı bozduğunu örnekleriyle iddia etti.
Son olarak Mushaf yazımının son aşaması olarak Mushaf kapları ve onlarla ilgili Çalışmalar üzerinde duran Uğur Derman Hoca, bu konuda taya Çıkan örnekler üzerinde açıklamalar yapmıştır. Kapların ciltleri üzerindeki motiflere değinerek bu konudaki eserlerdeki ustalığı örnek sunumlarla gösterdi. Özellik bu yönde ciltçilik ve üzerindeki gelişmelerin Osmanlı Mushaf yazım geleneğindeki önemine işaret etti. Şeyh Hamdullah dönemiyle beraber bu Mushaf kaplarının ve ciltlerinin gelişmesine örneklerle dikkat Çekti.
Uğur Derman Hoca, seminerinin sonunda bütün anlattıklarını sergilen sergideki serlevhalar ve Kur’an sayfalarını bir slaytla göstererek açıklamalar da bulundu.
Dr. Rıza KURTULUŞ