Klasik Türk Sanatları Vakfı

İstanbul'un İzinden Anadolu'dan Çizgiler

27.06.2011

 

 

Hüseyin ÖKSÜZ

İstanbul; İslam medeniyetin en önemli şehirlerinden biridir. Bütün Sanatlar ve Güzel Sanatlar tabi bu şehirde gelişmiştir. İstanbul’a gelen sanatkârların çoğu İstanbul doğumlu değildir ama İstanbul’da bu iklim içerisinde yetişmişlerdir.

Konya’da eczanede çalışırken Yüksek Lisans Enstitüsü’nün müdürü gelerek, enstitüye halk dersleri konulduğunu ve orada ders vermemi istedi. Hocama danışarak enstitüde ders vermeye başladım. 3 yıl devam ettim. Ama o sırada yetenekli gençlerin olduğunu fark ettim. Birisi de Mehmet Memiş. Baktım ki yetenekli ve ona hafta da bir kez yazmakla olmayacağını, beraber çalışmamızı söyledim. Oda olumlu karşıladı. 4 yıl devam etti. 4 yılda bitmeyince tabi, Allah nasip etti Mehmet’in tayini İstanbul’a çıktı. Eğer Milli Eğitim Müdürlüğü seni karşı tarafta görevlendirirse Hüseyin Kutlu’ya, eğer Anadolu yakasında görevlendirilirsen Hasan Çelebi’ye gitmesini söyledim. Oda bu tarafa görevlendirilince bu şekilde devam etti. Sonra Fatih Camisinde icazet merasimi yapıldı ve benim ilk icazet verdiğim kişi Mehmet Memiş’tir. Orada Mehmet Özçay, Erol Dönmez ve birkaç kişi daha orada ilk defa icazet aldılar.

 

Hasan Çelebi

İstanbul bir manken gibidir, hangi sanatı ararsanız bulma imkânınız var. İstanbul’un bir bereketi, bir çok hayıra vesile olması bütün bu âlemi sanatların, İslami sanatların neşvu nema bulup ve en önemlisi devam etmesi bunu gösteriyor ki; Cenabı Hak’ın buraya bir hususi ile bir rahmet-i tecelli ediyor. Bu temsil etmiş olduğumuz sanata şöyle geriden bir azıcık bakıp da buraya kadar gelmek istersek bidayeti İslam ülkelerin birinden zuhur ediyor. Bugüne kadar bazı şeylerin söylenmesi doğru değil ama içimden geçeni itiraf etmek durumundayım hep aklıma takılır. Hiç kimsenin bu hususta bir araştırma veyahut da nedenini niçinini bir yerde aradığına rastlamadım. Oda şudur; Kur’an-ın nüzulü esnasında dünya üzerinde yazı yok değildir, vardır. Çünkü Tevrat yazılı bir kitap olarak inmiştir. Kur’an-ı Kerim’de de öyle geçer. Musa (as)’ın 40 gün Turi Sina’da Cenabı Hakk’ın daveti ile orada ibadet etmesi ve bu 40 günün sonunda levhaları alıp (4 levha halinde) gelmesi. Yalnız şu bir hakikat ki, Kur’an-ın nüzulü esnasında yazı mevcut, kitap mevcut, okumakta var yani insanlar tamamen cahil değillerdi. Bölgeler arasında irtibat olmadığı için belki bir bölgeden diğer bölgeye gitmemiş olabilir. Kur’an-ın nüzulü esnasında bugün ki kullandığımız yazının bidayetinde bağladığımız nebati yazısını düşündüğümüz zaman (bu nebatiye de tek başına zuhur etmemiş) diğer kabilelerin irtibatları esnasında yapmış oldukları ticarette işaretleşme derken bu neşvu nema bulmuş, tekebbür etmiş ve bu hale gelmiştir. Tabi bugün ki insanlar bu Tevrat yazısına niye rağbet göstermediler ve sebep neydi? İnsanın aklına ilk gelen Cenabı Hak Kur’an-ı muhafaza için (Onu biz inzal ettik, onu korumak bizim vazifemizdir ve onu biz koruruz) korurken Kur’an-ın Hattı kendine mahsus olmak üzere bir ayetten başlayıp önce 18 kitap sonra kabileler arasında başlayıp bazı harflerin ilavesiyle 28 harfe çıkması. Ondan sonra kufi ile devan ettiği zaman Şam’ın bir sanat merkezi, kültür merkezi olduğunu görüyoruz sonra Bağdat’a intikal ediyor. Bağdat’tan sonra Selçuklular, Konya’ya geldiği için Konya üzerinden İstanbul’a naklediliyor, İstanbul’a geliyor ve İstanbul’da karar kılınıyor. Adeta bu geldiği noktalardan süzülerek birkaç elekten geçmek suretiyle saflaşarak evraklaşarak kararını İstanbul’da buldu. Burası bir havuz gibi bütün sanatları aynı şekilde bir yere topladı. Malum hepiniz görüyorsunuz yaşıyorsunuz, başınızı hangi tarafa çevirirseniz mutlak suretle bir sanat eseri ile karşılaşıyorsunuz. Bizde bugün kaybettiğimiz ecdadın yapmış olduklarına yetişmektir. Bunu her zaman derim; Hafız Osmanlar, Rakımlar insanlar yetiştiği için bu insanlardan da Hafız Osman, Rakım, Sami Efendi gibi müstesna sanatkârların yetişeceğinden eminim. Biz bu gayretimizin bereketini gördük, sizin de bu berekete nail olmanızı istiyoruz. Bu sanatı sevenler çok, yani buradan bir şeyler öğrenmek isteyenlerde çok fakat bozmak isteyenler de çok. Araplar yeni teşkili hat diye bir şey çıkardılar. Eline alıyor fırçayı, yağlı boya ile eline aklına ne gelirse yazıp hat diye herkese yutturmaya çalışıyorlar. Hat, Hat olarak kalmalıdır.

 

Mehmet Memiş

Çok değerli misafirler, bugün hayatımda çok önemli yeri olan üç değerli hocam ile birlikteyim. Bendeniz ilk ve orta öğrenimimi memleketim olan Çorum İmam Hatip Lisesinde 87 de mezun oldum.

Benim sanat merakım o yıllara dayanıyor. Tabi Anadolu’nun ortasında Hattat, Müzehhip, ebrucu bulmak mümkün değildi sadece ben kartpostalların kitapların üzerinde gördüğüm tezhipleri, yazıları kalemle taklit etmeye çalışıyordum. Ta ki 1980 Ekim ayında Konya ilahiyata kayıt yapmaya gittiğim zamana kadar. Kayıt için gittiğimde kapıda bir ilan gördüm; yeni kayıt olacak öğrenciler şu derslerden birini seçmesi gerekir diye bir seçmeli ders listesi. Orada yazan Hat ibaresini gördüğüm an gerçekten içim güldü. Hüsnü-ü Hatt’ı ve o yazıların nasıl yazıldığını merak ediyordum. İlk o zaman Hüseyin Hocam ile tanıştık. İlk olarak kesik uçlu kalemler ile rika yazmaya başladık. Bir süre devam ettikten sonra hocam bana cumartesi kurslarına da gelmemi istedi. Hat sevgimiz işte böyle başladı. Fakülte bitene kadar istikrarlı bir şekilde devam ettirdik. 85 yılların da Hüseyin hocam beni Hasan Çelebi hocam ile tanıştırdı ve derslerimi onunla devam etmemi söyledi. 90’lı yılların sonlarına kadar devam ettim. 1991 yılında Hüseyin hocam yazılarımı görerek ilerlediğimi ve icazet için bir hilye hazırlamamı istedi. 1992’de icazetimi yazdı hocam. Bu arada 1 sene kadar rahmetli Alparslan hocamızdan talik ve divani için gittim. Tabi bunu yarım bırakmak durumunda kaldım. 92 ve 93 yıllarında yüksek lisans eğitimine başladım Güzel Sanatlar Fakültesinde. Yüksek lisans eğitim döneminde Uğur hocam ve Çiçek hocamdan çok istifadem oldu. 92 yılında Muhittin Serin hocamız Urfa’dan hat hocası istediklerini ve benim gitmemi istedi. Tabi ilk başta ailemle istişare etmem gerektiğini söyledim ve gitmeme kararı aldık. Muhittin hocam ısrar edince kıramadım ve gitmeye karar verdik. 93 yılının başında orada göreve başladım. O yıllarda dergâh projesi vardı ve Vali yardımcısı olarak görev yapan şimdiki merkez Valisi Sayın Hasan Turey’in desteği ile orda bir okul başlattık. Ben Urfa’dan dönene kadar yaklaşık 6 yılı aşkın bu dersler devam etti. İstanbul dışında sanat icra etmenin imkânsızlıklarını dezavantajlarını herhalde takdir edersiniz, çünkü bir hat taraması yalnız yazıyla oluşmuyor etrafında Tezhip’i olacak, Ebrusu olacak, çerçevesi olacak. İşte bu imkânlar yeterli olmaya biliyor. O bakımdan bu çalışmaların eksiklerinin hoş görülmesini istirham ediyorum. 1999 yılı Ağustos ayında ben Sakarya Üniversitesi’ne geçtim ve orada da bir Hat kursu başlattık ve halen devam eder. Yakın oldu için 2005’te İzmit’ten bir grup arkadaş bir talep de bulundular, orda derse başladık ve halen devam ediyor. Yakın çevrelerden gelen arkadaşlar var. En son bu Klasik Türk Sanatlarının kurulması burada çok önemli bir boşluğu doldurdu. Bütün hocalarımın ve arkadaşlarımın yaptığı gibi bende bu Vakfın faaliyetlerine destek olmak açısından haftada bir gün buraya gelip ders vermeye çalışıyorum. Sakarya’da ki arkadaşlarla İstanbul’a geziler düzenledik. Burada ki hocaları görmek ve tanımak istiyorlardı. Daha sonra 2005 ten beri İzmit’te Hattat’lar toplantısı diye başlattığımız toplantılar geçen yıla kadar devam etti. Son iki toplantı, Klasik Türk Sanatları Vakfı’nın da katkısıyla daha geniş çaplı olarak bütün Klasik Sanatlarımızı içine alan bir şekilde yapıldı. Bu toplantıların şöyle bir faydası var bana göre. İstanbul birikimin Anadolu ile irtibatını sağlamış oluyoruz. Çünkü İstanbul’a herkes ulaşamıyor ve bu işin merkezi İstanbul olduğunu da biliyor.



Bu Kategoriden...