Klasik Türk Sanatları Vakfı

KENDİ GÖKKUBBEMİZDE BİR YILDIZ 'NECMEDDİN OKYAY'

01.02.2011


       29 Ocak Cumartesi günü vefatının 35. Yılında Altunizade Kültür Merkezi’nde Necmeddin Okyay Hoca anıldı.. Panel; Prof. Uğur Derman, Prof. Dr. Mahmut Kaya, Doç. Dr. M. Necmeddin Bardakçı tarafından icra edildi. Niyazi Sayın ve Rezzan Alptuna sağlık sorunlarından ötürü katılamadılar..
       Panelin başlangıcında kısaca Üstad’ın hayatını anlatan bir slâyt gösterime sunuldu…
Ardından Prof. Uğur Derman, Prof. Dr. Mahmut Kaya ve Doç. Dr. M. Necmeddin Bardakçı’nın Necmeddin Hoca’ya, tasavvufa, sanata ve hayata dair sohbetlerine bıraktık kendimizi…

       Kendi Gökkubemizde Bir Yıldız “Necmeddin Okyay”
       19 Rebiülevvel 1300 (29 Ocak 1885) tarihinde İstanbul Üsküdar'da doğmuştur. «Sait Paşa İmamı» Rıza Efendi Necmeddin Hoca’nın karşı komşusuymuş. Hoca doğmadan dört ay evvel, hiç gelmediği halde, kapılarını Çalıp babasına: «Bir oğlun olacak, ismini Necmeddin (= dinin yıldızı) koy!» demiş. O gece, babası, rüyasında, yatak odasının penceresine bir kuyruklu yıldız konduğunu görünce, hoca doğduğunda ismini Necmeddin koymuşlar.
       Necmeddin Okyay; mahalle mektebinde başladığı eğitimini Ravza-i Terakkî Rüşdiye’sinde sürdürmüş, hıfzını tamamlamıştır. Hocası Hasan Talat Bey’den rik’a, divânî ve celî divânî meşk etmiş ve icazetini almıştır. Genç talebesinin sanata olan sevgisini aşka dönüştürmeyi isteyen Talat Bey, öğrencisinin bu sanatın inceliklerini öğrenmesi için sülüs ve nesihte üstâd olan Filibe’li Bakkal Ârif Efendi’ye (1836-1909) götürmüştür. Necmeddin Efendi, Bakkal Ârif Efendi’nin vefatına kadar öğrenimini sürdürmüştür.
       Hüsn-i hat meşkeden Necmeddin Efendi bu sıralarda güzel sanatlardan kaybolmakta olan ebrûya heves eder. Özbekler Tekkesi şeyhi Hezârfen Edhem Efendi’den (1829-1904), Hiç vakit kaybetmeden ebru öğrenmeye başlamış ve Şeyh Edhem Efendi’nin vefâtına kadar Dergâhta bu sanatın inceliklerini, mürekkep ve âhâr yapımını öğrenmiştir. Komşusu Ressam Ali Rıza Bey’den de renklerin birbiriyle uyumu konusunda dersler almıştır.
       Necmeddin Hoca Efendi 1915’te yapılan Medresetü’l-Hattâtîne önce hoca olarak Çağırılır.. Fakat gittiğinde kendisinin talebe olarak kaydını yaparlar. O kadar mütevekkil ki bunda da bir hikmet var deyip Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer’den hem celî sülüs meşketmiş, hem de tuğra Çekmiştir. Aynı zamanda Kamil Efendi’den de bir parça sülüs ve nesih meşkeder. 1916 yılında kendisine Ebru ve Ahar muallimliği teklifi gelir; hem hoca hem talebe olarak 1918 de mezun olur oradan.
       Ayrıca talik ve celî ta'lik yazıyı Sami Efendi'den öğrenmiştir. Güzel Sanatlar Akademisi'nde de tarz-ı kadîm cilt ve ebru hocalığı yapmıştır. Aynı yıllarda hocası ve dostu Tuğrakeş İsmail Hakkı Bey’in ve Gülcü Şükrü Baba’nın da teşvikiyle Gülcülüğe merak sarmıştır. Toygar Tepesindeki evinin bahçesinde gül ve lâle yetiştirmeye başlamış ve 400 Çeşit gül yetiştirmiştir.

       Necmeddin Ebrusu…
       Çiçekli ve yazılı ebrû, Necmeddin Ebrûsu olarak şöhret bulmuştur. Kendisi bu olayın başlangıcını
şöyle anlatmış:
       1916 yılında Medresetü’l-Hattâtîn’deki hocalığım sırasında bir şahıs medreseye gelerek;
- Çiçekli ebrû yapmanızı istiyorum, dedi.
- Efendi beyim, Bu sanatta öyle Çiçek filan olmaz, gerçi eskiler tecrübe etmişlerdir ama o da Çiçeğe pek benzemez, dedim.
- Hoca değil misiniz? Yapmanız lâzım, dedi.
Bunun üzerine eve geldim. Tekneyi kurdum, Çiçek şekillerini Çıkarmak için uğraşmaya başladım. O esnada bize Çok sevdiğim arkadaşım Hattat Macid Ayral (1890-1961) geldi. Ben lâle yapmaya Çalışıyordum. Macid’im birden:
- Birâder, şu uçları yukarı doğru Çeksene, dedi.
Ben hayatta bu işi bilmeyenlerden o iş hakkında Çok şey öğrenmişimdir. Bu da öyle oldu. Elimdeki tek atkuyruğunu teknenin içinde yukarıya doğru Çekince, Çiçek tıpkı lâleye benzedi. Çok heyecanlandım ve büyük bir zevk duydum. Günlerden Cuma olduğu için camiye namaza indik. Namazdan sonra
lâle, sümbül, karanfil, o mevsimde hangi Çiçekler varsa hepsinden aldım ve eve dönüşte onlara bakarak teknede aynını resmetmeye başladım. İşte Macid’in o ikazı ve Rabbimin lütfu keremiyle bu iş oldu.

       Necmeddin Hoca’nın Tasavvuf Kültürü
       Necmeddin Hoca Efendi, tasavvufu daha Çok şeriata bağlılığıyla tanınan Nakşî usûlüyle tanımıştır. İleriki yıllarda gördüğü bir rüya üzerine Galata Mevlevîhânesi şeyhi Ahmed Celâleddin Dede’ye (1853-1946) intisâb ederek gönül bağını teslim etmiştir.
Üsküdar’ın mânevî mimarlarından birçok ilim ve irfân sahibi gönül adamından da feyizlenmiştir. Bir kısmını gençliğinde, bir kısmını da orta yaşlarında tanıyıp sohbet halkalarına dâhil olduğu bu zâtların bazısını şu şekilde sıralamak mümkündür.
Rifâî şeyhlerinden Sarı Hüsnü Efendi.
Sandıkçı Rifâî dergâhının son şeyhi Haydar Efendi ile Hayrullah Taceddin Yalım Efendi.
Celvetî-Bektâşî şeyhi Yusuf Fâhir Ataer Baba.
Özbekler Tekkesi şeyhi ve aynı zamanda Ebrû üstâdı Hezârfen Edhem Efendi ile bu tekkenin son şeyhi Necmeddin Özbekkengay Efendi.
Üsküdar Yeni Camii müezzini Hamzavî Melâmî meşrep Eşref Ede Efendi.
Nasûhî Dergâhı’nın son şeyhi Kerâmeddin Efendi’ye intisaplı olan Üsküdar İskele Camii baş imamı Nâfiz Uncu Efendi.
Muhammed Nûru’l-Arabî’ye intisaplı Melâmî Abdullah Bey.
Halvetiyye’nin Sinâniyye kolundan Üveysî meşrep bankacı Turgut Çulpan Bey.
Bunların yanı sıra dönemin mütefekkirlerinden Ahmed Nâim Bey (1870-1934), Müderris Ferid Kâm Bey (1864-1944), Elmalılı Hamdi Yazır Efendi (1879-1942), Üsküdarlı Şâir Talat Bey (1858-1926) ile hattat Mâcid Ayral (1890-1961) da onun yakın dostları arasındaymış.

       İmamlığı…
       40 sene Üsküdar Gülnûş Vâlide Sultan Camii’nde İmamlık yapmıştır.. Necmeddin Hoca Efendi, bir Ramazan akşamı Yenikapı Mevlevîhânesinde terâvih kıldırmak üzere imamete geçer. Mûzipliğiyle meşhur arkadaşı hattat ve mûsikîşinâs Ömer Vasfi Efendi (1880-1928) de müezzinlik yapar. Ömer Vasfi Efendi salat-ü selâmları olmayacak makamlarda icrâ eder. Bir makâmdan diğerine geçerek Necmeddin Hoca Efendi’yi zor duruma sokmak ister. O da mihrâbda bu makâmlara istisnâsız uyar. Bu hâle şaşıran “Deli” lakabıyla bilinen Ömer Efendi şunları söylemek zorunda kalır: “Ulan, seni açmaza düşürmek için gösterdiğim makâm seyirlerini ve kararlarını mûsikî bilmediğin halde nasıl
Yakalıyorsun? Hayret ediyorum!”
       Uğur Derman hoca, Prof. Dr. Mahmut Kaya, Doç. Dr. M. Necmeddin Bardakçı’nın konuşmaları bittikten sonra Necmeddin Efendi'nin imzasız yazıların kime ait olduğunu tanımasından bahsetti... Özellikle Rakım Efendi’nin, Şevki Efendi’nin, Yesarîzade Efendi gibi Çok sevdiği bazı hattatların yazılarının hangi seneye ait olduğunu bile söylemesini hayranlıkla öğrenmiş olduk..
       Gençliğinden itibaren titizlikle topladığı hat koleksiyonunun büyük bir kısmı 1961 yılında Topkapı Sarayı Müzesi’ne, kalan eserler ölümünden sonra Türk-İslam Eserleri Müzesi’ne ve Türk-Petrol Vakfına verilmiştir. Ayrıca özel koleksiyonlarda da Çok sayıda eseri bulunan Hoca’nın, Güzel San’atlar Akademisi’nde de kıt’a ve levha şeklinde yüz kırk kadar yazısı vardır.

       Vefatı…
       Üzerindeki 14 Çeşit rahatsızlığı da "hastalık koleksiyonu" olarak görüp, bunu bütün nüktedanlığıyla yazı koleksiyonculuğu alışkanlığına bağlayan Necmeddin Hoca’nın, "Çalışmak", hayatı boyunca kendisinin bütün hücreleriyle gerçekleştirdiği bir fiilmiş. Doksan üç yıllık ömrünün bir anını boşa harcamadan, önce öğrenmek, sonra da öğretmek şevkiyle yanıp tutuşan ve bir ibadet hazzıyla Çalışan üstadın bu hali, ruhuna o derecede işlemiş ki… Vefatından üç gün önce, Haydarpaşa Numune Hastanesi'nde Uğur Derman hatırını sormuş, Necmeddin Hoca hasta yatağından kısık sesiyle: "Ölmeye Çalışıyorum" cevabını vermiş! Çalışmak ölmesine bile girmişti rahmetlinin diye ekledi Uğur Derman….
       Ömrünü böyle geçirmiş bir insanı tanımış olmak tarif edilemeyecek kadar güzel bir şey.. Bizler de vefatının 35. Yılında Necmeddin Okyay Hoca Efendi’yi hayırla yad ediyoruz…

Betül SAYIN
Fotoğraflar: Ayşe Emine Sultan ÇELİK



Bu Kategoriden...