Klasik Türk Sanatları Vakfı

LALELİ BABA

23.07.2010

Yirmi altıncı Osmanlı Pâdişahı Sultan Üçüncü Mustafa, pâdişahlığının en deli dolu yıllarını yaşamaktaydır. Topkapı Sarayı bir o kadar büyük, İstanbul bir o kadar büyük; Topkapı Sarayı ve İstanbul cihandan da büyük... Ve büyüklenme duyguları içindeki üçüncü Mustafa büyük çok çok büyük...

Gurur ve kibirden ibaret dört duvar arasında mahsur... 

Öte yandan İstanbul'da kendi halinde görünüşte küçük, ürkek bakışlarında sadece sevgi ve yaşamında mütevâzı olan bir insan; Eskici. 

Yüreği sevmekten yorulmamış, gözlerinden sevgi saygı hiç eksik olmamış nurlu bir ihtiyardı bu eskici. Eski ve yırtık mestleri, Çetikleri, Çizmeleri, Çarıkları onarırdı. Kapısının önünde yetiştirdiği lâlelerinden oluşan bir cennet kurmuştu kendisine, bu bahçesi yüzünden yaşadığı semtteki herkes ‘'Lâleli Baba'derler di ona.

Lâleler Allâh'ı temsil ediyordu, onları incitemezdi. İnsanlar da Allâh'ın yarattığı varlıklardı onlarıda incitemezdi. ‘'Yarâdılanı hoş görürdü yarâdandan ötürü' Tesadüf bu ya!.. Bir gün gurur yüklü pâdişahla, bu sevgi insanı yüz yüze gelir. Pâdişah Cuma selâmlığından dönüyordu. Gururlu bakışlarını tebasına nazar eylerken, cümle teb'ası yolun iki tarafında saf tutmuş ‘'Pâdişahım Çok yaşa!'nidâlarıyla sesleniyorlardı.

Küheylânın üstündeki üçüncü Mustafa vakur bir şekilde teb'asını selamlıyordu. Ama birden bir şey oldu, Koca küheylân mıhlanıp kaldı, gitmedi. Yer Lâleli Babanın eskici dükkânının önü idi. Halk saygıdan o yeri boş bırakmıştı. 

Pâdişah o boşluktan Lâleli Baba'yı gördü, hiç istifini bozmadı. Sanki geçen cihan pâdişahı değildi. ‘' Bre nâbekâr' diye bir ses gürledi; yeniçeri ağasının sesiydi. ‘'Tiz efendimizin önünde eğil... Kuşcağız canını bağışlasın' Herkesi titreten bu ses, Lâleli Baba'nın kılını bile kıpırdatmadı. O hala olduğu yerde lâlelerine dalmıştı. Yeniçeri ağası hışımla yanına seğirttiğinde, pâdişah da gelmişti; merak içinde idi ‘'Bırak' dedi. Saray eşrafından halka herkes bu ihtiyara acıyarak bakıyordu. Fakat o hiçbir şeye aldırmıyordu. Pâdişah'a bakan gözlerinde sadece, garip bir merhamet vardı.

‘'Ne istersin' diye sordu. ‘'Bir derdin mi var?'

Deli miydi bu adam? Aklından zoru mu vardı? Hiç böyle soru cihan pâdişahına sorulurmuydu. Yeniçeri ağası yerinde duramıyordu. Pâdişah hırçın ve mağrur; ‘'Sen bilmez misin ki biz cihan pâdişahıyız... Bize saygı gerek. Kimsin, nesin, necisin sen?' Diye azarlar Lâleli Baba'yı ‘'Ben mi?' diye cevap verir Lâleli Baba olduğu yerden.'Ben bir hiçim. Sadece bir hiç!.. Pâdişahım dedin; iyi öyleyse sana bir soru sormak isterim. Sen pâdişah olmak için ne yaptın?' Herkes ürkek bir şekilde bu garibin başını cellâda verecek diye beklerken, pâdişah bir tuhaf başını eğip cevap verdi: ‘'Okudum, bir sürü eğitim gördüm. Valilik yaptım, yetiştirildim.' ‘'Yaaa!..' deyip sustu Lâleli Baba. Sonra konuşmaya devam etti: ‘'Peki sonra ne olacaksın?.. Şimdi pâdişahsın ya sonra sonra ne olacaksın?..' Padişah düşündü, düşündü eli sakalında kalakaldı. ‘'Sonra' diye güçlükle bir kelime döküldü dilinden ‘'sonra?.. Sonra hiç... hiç bir şey... hiç!...' Saparı olmuştu. Gözlerinden patır patır gurur kırıntıları dökülmeye başlamıştı. Lâleli Baba yumuşak, tatlı ve sevgi dolu bakarak ‘'Gördün mü ya?..' dedi. Ben şimdiden Hiç'im; senden Çok daha önce...

İstanbul'u dolduran hatta cihan ulaşan gurur işte o vakit paramparça oldu. Şaşkınlıktan, koskoca ve iri açılan binlerce gözün önünde pâdişah atından indi; iki büklüm idi. Bugün orada o pâdişahın yaptırdığı Lâleli Camî var. O semtin adıda LÂLELİ...



Bu Kategoriden...