15. ve son seminerimizin konuşmacısı Uğur hocamız,konu da İstanbul'da mushaf yazma geleneği olunca,anlatılanların aklımızda daha Çok kalmasını temenni ederek zevkle dinledik.
Konusu hakkındaki engin bilgileri sayesinde,birçok bilgiyi kendilerinden öğrenmemiz mümkün oldu.Aşama aşama bir mushafın nasıl yazıldığını,tezhiplendiğini,ciltlendiğini o günkü yaşanan olaylarla kendisi dile getirdi.Kendisine hayır,sağlık ve mutluluk dolu nice seneler ,yaradanımızdan da;böyle değerli hocalarımızı başımızdan eksik etmemesini diliyorum.
Hat sanatımız;Kuran-ı Kerim'i en güzel yazma gayretinden doğmuş,Osmanlı Türkleri'nde son şeklini bulmuştur.Bursa,Edirne,Amasya şehirleri İstanbul'un fethinden önce mushaf yazma geleneğinin var olduğu diğer şehirlerimizdendir.İstanbul'da yazılmış en eski tarihli mushafın hangisi olduğunu söyleyebilmemiz güçtür.Fatih devrinde İstanbul'da yazılmış bir mushafa rastlanmamıştır.
Bayezid,pederinin Okmeydanı olarak tesis ettiği yere;Şeyh Hamdullah'ı atıcılar (okçular) şeyhi olarak tayin etmiş,Yakut'un hazinedeki yazılarını,incelemesi için ona vermiş,yeni bir uslup oluşturmasını istemiştir.Şeyh Hamdulllah'a kadar yazma geleneği "Yakut" tarzıdır.Kısa bir süre sonra "Osmanlı" tarzı hattın,Şeyh Hamdullah ile başlaması bu vesileyle mümkün olmuş ve İstanbul'da mushaf yazma geleneği başlamıştır diyebiliriz. Şeyh Hamdullah'dan birbuçuk asır sonra Hafız Osman gelmiş,uslupta o da değişiklik yapmıştır.
Peki hat sanatımız nasıl öğrenilir? Talebe olacak kişi,Aklam-ı sitte denilen;sülüs,nesih,muhakkak,reyhani,tevki ve rika tarzı hattı öğrenebileceği bir hocaya devam etmeye başlar.Hocayla talebe arasında maddi alışveriş asla olmaz,en az 3-5 sene hocaya devam edilir,hoca bir satır meşk yazar,talebe buna Çalışır,ilerledikçe satırlar değişir.İcazet alınması mümkün olur.Hoca,talebesinden eski bir üstadın yazısını takliden yazmasını ister eğer yazısını beğenirse bundan sonra yazdıklarına bu kişi imzasını atabilir,der.
Şeyh Hamdullah Kuran-ı Kerim yazmada nesih hattını,Karahisari ise birden fazla hat Çeşidini tercih etmiştir.Nesih hattı farklı kalınlıkta kalemlerle yazılabilse de,genelde 1 mm. kalınlıktaki kalemle yazılmış yazı tarzına denir.En az 600 sayfalık bir metni aynı kalemle,aynı kalınlıkta yazmak ise bir başka hünerdir.Bunu sağlayabilmek için 19.yüzyıl öncesi lades kemiği,demir uçlu kalemleri,19.yüzyıl başında ise cava kalemleri kullanan hattatlar olmuştur.
Mushaf yazımı için şapla kestirilen yumurta akı;ince,bir tabaka olarak kağıda sürülerek,kağıt aherlenir.Aherlenen kağıdın üzerine sürlen tabakanın,sertleşmesi için en az 6 ay-1 sene beklemesi gerekir.Kağıdın üzerine kaç satır yazacağına hattat karar verir,satır sayısı tek sayı olmak üzere 11,13,15... satır olabilir.Satır Çizgisi için hattatlar mıstar (satırlık) kullanmışlardır.İbrişimle kabartma yoluyla,mukavva üzerinde satırlar belirlenir,yazacağı kağıdı bu kabartma üzerine koyar,Çıkan izler satırlarını oluşturur ve yazmaya başlar.Kurşun kalem ile satır Çizgisi Çizmek pek tercih edilmemiştir,Çünkü yazıldıktan sonra bu Çizgilerin silinmesi artı bir külfet olmasıyla beraber,yazının bozulmasına da sebep vermekteydi,kaldı ki kurşun kalem 18.yüzyılda kullanılmaya başlanmıştı.
17.yüzyılda yaşamış Ramazan bin İsmail Efendi ömrü boyunca 400 mushaf yazmış,sabah namazı sonrası,günde yarım cüz yazar,hiçbir şeyin yazısını bölmesine izin vermez, bu sayede iki ayda bir mushafı bitirmesi mümkün olurmuş.Çimşir Hafız'ında ömrü boyunca 230 mushaf yazdığını bilmekteyiz.Ebubekirzade Mehmet Efendi'de 30 satırlık mushaf yazmıştır.Yahya Hilmi Efendi'nin -ki şu an İstanbul'da yegane evi kalan hattattır- bir ayda mushaf yazdığı bilinmektedir.Anlatılan odur ki;Yahya Hilmi Efendi hacca gitmeye niyet edince,annesi de gitmek sitediğin söyler.Elde avuçta yeterli para olmadığı için,ramazan ayının 4.günü yazmaya başladığı mushafını bayram günü bitirir,annesi varlıklı bir kişiye bunu götürür,o kişi de 7500 kuruşluk hediyesini verir ve ikisinin de hacca gitmesi mümkün olur.
Cüz bittikçe tezhip için müzehhibe verilir.16. yüzyıl dönemi tezhibin altın dönemidir.Tüm sayfalar cetvellenir,ayetler arasına duraklar ,yaklaşık 112 adet sure başı tezhibi -daha sonra üstübeçle hattat tarafından sure ismi buraya yazılır- yapılır,her on ayette bir aşere gülü kullanılırmış.
Yazılan mushafı muhafaza etmek için kaplar kullanılırmış (şimdi alt ve üst kapak olarak adlandılan aslında Kuran kaplarımızdır.).Koyun ve keçi derisi,mücellitler tarafından kağıt gibi traş edilip inceltilir,mukavva üzerine kapanıp,daha evvelden hazırlanmış eskiden kösele sonradan maden üzerine hak yoluyla,tarrahlar (desinatör) tarafından Çizilen desenler,hakkaklar tarafından kalıbın üzerine tersine olarak hak getirilirmiş.
18.yüzyıl başından itibaren başlayan Batılılaşma ile sanat değeri yüksek -inceliği fazla- tezhibe,mimariye,minyatüre rastlamak oldukça zorlaşmıştır,Allah'tan ki hat sanatımızın Batı'da karşılığı olmadığı için hamdolsun bozulması mümkün olmamıştır.Bu dönemi eleştirircesie yine Yahya Hilmi Efendi'den bahsedelim.Yine rivayet odur ki,Yahya Hilmi Efendi,yazısının tezhibinde buket şeklinde Çiçekler yer alacağını söyleyen müzehhibe "ben eserimi bukettirmem" diyerek sanatta inceliği vurgulamak istemiş.
Tezhipte olduğu gibi zamanla Kuran kaplarında da kalıpla baskı yerine zilbahar denilen,fırçayla Çizilmiş desenler görülmektedir.Gönül isterki eskisi gibi mushaf yazımını talep eden kişiler olsun,bu yazma geleneğimiz hak ettiği değeri tekrar elde etsin.
Kusurumuz olduysa affola,Allah cümlemizin yar ve yardımcısı olsun.
Neslihan SARIHASANOĞLU
Fuat BAŞAR Ebru sınıfı öğrencisi