Klasik Türk Sanatları Vakfı

TUBA RUHENGİZ AZAKLI İLE SANAT ÜZERİNE SOHBET

08.03.2011


-Bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
1984 yılında Erzurum’da doğdum. Babamın öğretmenliği nedeniyle Çocukluk yıllarım birçok farklı şehirde geçti. 2001 yılında Bandırma İ.H.L’den mezun olarak Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde İlahiyat Fakültesi’ne başladım. 2006 yılında fakülteyi bitirip İstanbul’a geldim. Sanat hayatım yoğun olarak İstanbul’da başladı diyebilirim. Aynı yıl başladığım Marmara Üniversitesi, İslam Sanatları Tarihi bölümü yüksek lisans eğitimimi 2008 yılında Yahya Efendi Kabristanı mezar taşlarını konu alan tezimi vererek tamamladım. Bu dönemde Prof. Dr. Semavi Eyice, Prof. Dr. M. Hüsrev Subaşı, Prof. Dr. Muhittin Serin, Prof. Dr. Selçuk Mülayim gibi Çok değerli hocalardan ders alma fırsatım oldu. Tez Çalışmalarım devam ederken bir müddet Klasik Türk Sanatları Vakfı Eğitim Koordinatörlüğü görevinde bulundum. 2009 yılında evlendim. Şuan doktora hazırlık döneminde olup Üsküdar’daki atölyemde sanat Çalışmalarıma devam etmekteyim.


Sanatla tanışmanız, sanata yönelmeniz nasıl oldu? Anlatır mısınız.
Bence sanat insan doğduğunda onun ruhuna işlenir. Sadece farkına varmanız biraz zaman alır. Bu öyle bir aşktır ki nerede olursanız olun, ne işle meşgul olursanız olun içiniz kıpır kıpır onu arzular. Ve yaptığınız her iş sanat olur. İnsan durup dururken “Ben karar verdim, sanat yapacağım, sanatla uğraşmayı seçeceğim” diyemez. Çünkü sanat sizi seçer ve içinizde var olur. Velhasıl ben içimdeki sanat aşkının en başından beri benimle olduğuna inanıyorum. Sanat her dönem aklımın bir yerindeydi. Lise yıllarımda resim hocamın da desteği ile karakalem ve yağlıboya Çalışmaları yapmaya başladım. Ebruyla Çok küçük yaşlarda anneannemin evinde dayımın teknesi ile tanışmıştım. O zaman ebru bana mucize gibi, dayım da sihirbaz gibi görünmüştü.
İlahiyat yıllarımda resim yapmayı bıraktım ve hat ile meşgul olmaya başladım. Fuat Hocama mektuplarla yazılarımı yolluyor ve sürekli malzeme göndermesini istiyordum. Ertesi yıl bulunduğum şehirde Halk Eğitim Merkezi’nde ebru kursuna başladım. Okul bittiğinde 2006 yılında İstanbul’a geldim. Ve hocamla birebir ebru ve hat meşk etmeye başladım. Beş senedir hocamın dizinin dibinde büyük bir aşk ve şevkle Çalışmalarıma devam ediyorum.


-Hocalarımız bu sanatları büyük zorluklar içinde günümüze getirmiş. Sizce sanatlarımızın ve sanatçılarımızın bugünkü durumu nedir?
Yakın geçmişe baktığımızda bugün hem malzeme temini açısından, hem öğreten hocalara rahatlıkla ulaşabilme açısından olumlu yönde değiştiğimizi söyleyebilirim. Toplumumuz giderek bu konuda bilinçleniyor. Kıymet veren insanlar artıyor. Ama yeterli değil tabi ki.
Şuan klasik sanatlarımızı öğrenmeye aşırı bir itibar var. Bunun olumlu bir gelişme olup olmadığı tartışılır. Ben talep edenlerin büyük kısmının geçici heveslerle bu işlere girdiğini görüyorum. Bu durumda bu sanatlarımızı kontrollü bir şekilde, yozlaştırmadan yeni nesle aktarmak, ister istemez zorlaşacaktır. Bugün, usulüne uygun, geleneksel tarzda talebe yetiştiren pek kıymetli kurum ve hocalarımız var. Ama maalesef sanatlarımız diğer bir koldan, yanlış ellerle, dejenere olarak öğretiliyor. Fazla talebin olması, bu durumun önemli bir sebebidir. Ne zamanki insanımız geçici hevesler ve hobi niyeti ile bu işlere yönelmekten vazgeçip, bunun yerine ortaya Çıkarılan sanat eserlerine iltifat edip, alaka gösterirse o zaman bu sanatlar hak ettiği yere geliyor diyebiliriz. Bugün maalesef senelerin emeği olan, göz nuru dökülerek meydana getirilen eserlere kıymet biçilen üç-beş kuruş, insanımıza fazla geliyor.
Bir diğer husus şudur ki; bu sanatlarımız hala toplumun büyük bir kesimi tarafından “boş işler” olarak nitelendiriliyor. Sanatçı da maalesef “ boş işlerle uğraşan adam” olarak tanımlanıyor. Toplumun küçümsenmeyecek bir kesimi hala böyle düşünüyorsa bizim ve devletimizin bu noktada bir şeyler yapması gerekir diye düşünüyorum.


Bu noktada sanatlarımızın diğer sorunlarına ve bunların Çözüm yollarına değinmek ister misiniz?
Sanatlarımızın en büyük sorunu, toplumda hak ettiği yeri bulamamış olmasıdır. Bu soruna Çözümü yine sanatçı getirecektir. Eğer gerçekten iyi şeyler üretiyorsanız, toplum onun değerini zamanla anlayacaktır.
Sanatçımızın manevi desteğe olduğu kadar, maddi desteğe de ihtiyaç duyduğu aşikârdır. Bence millet olarak iyi sanatçılar yetiştirmek istiyorsak, sanatçılarımızın maddi kaygılarını gidermeliyiz. Bu aynı zamanda sanatçıyı teşvik ederek, Çalışma hevesini tetikler. Emeğinin karşılığını almanın ötesinde, ürettiği eseri para kazanma kaygısı olmadan ve sipariş aldığı şekilde değil de, hayal dünyası ve maharetli elleri ile yoğurabilmelidir. Bu nedenlerle devletimiz sanatçıları maddi açıdan desteklemelidir.
Diğer bir sorun şudur ki, medya sanatlarımızın tanıtımında yeterince kullanılmıyor. Modern sanatın bu kadar iltifata mazhar olması, bizim sanatlarımızın ise daha köhne, daha kıyıda köşede kalmasının en önemli sebebi, medyanın yeterince reklam ve tanıtım yapmamasıdır.


Sanatçı toplum ilişkisinden bahsettik. Peki, sanatçıların birbiriyle ilişkisi sizce nasıl olmalıdır? Günümüzde camianın ahvali nedir?
Sanatla uğraşmak aslında Çok tehlikeli bir iştir. Kendine bu yeteneği ikram eden yaratıcısını unutan sanatçı, benliğine kapılıp, yanlış yollara sapabilir. Bu yüzden de sanat camiasında Çekişme, kin, Çekememezlik durumlarının olması muhtemeldir. Ama bu duygular daha Çok, kulluk bilincinden yoksun, bize ait olmayan sanat anlayışlarına sahip toplumlarda ortaya Çıkar. Bizim sanatımıza ve sanatçımıza yakışmaz. Eğer oluyorsa Çok ciddi bir zihniyet problemi var demektedir. Klasik sanatımızda var olan ve bizim sanatımızı batı sanatından ayıran “stilize etme”, bu kulluk bilincinin ve haddini bilmenin sonucudur. Yine Osmanlı döneminde var olan “Nakkaşhane” geleneği, sanatçının sivrilmeyip, benlik kaygısına düşmeden, diğer bir sanatçı arkadaşıyla karşı karşıya değil de aynı Çerçevenin içinde, omuz omuza nakşetmesini ve haris duygulara meydan verilmemesini sağlamıştır. Bugün maalesef sanat camiamızda ufak tatsızlıklar, hoş olmayan durumlar yaşanıyorsa, bu bilinci kaybettiğimiz ve egomuzu birinci planda tuttuğumuz içindir.
- Bu noktada Klasik Türk Sanatları Vakfı’nın nakkaşhane geleneğini yaşatma düşüncesi, beni sanatçılarımız adına umutlandırıyor. Vakfın sanatçıya ve sanata gönül veren samimi insanlara kucak açmasının bu yönde atılacak adımlara öncü olmasını diliyorum.

Bu bağlamda bir sanatçıda olması gereken özellikler sizce nelerdir?
Bir sanatçı her şeyden önce özgün olmalı. Güzel bir esere baktığınızda imzası olmasa da “bu eser bu kişinindir.” diyebilmeliyiz. Bizim sanatımızın kaide ve kuralları, ana Çizgileri var. Ama en katı kurallara sahip olan, milimetrik kusur kabul etmeyen hat sanatında bile sanatçı ufak nüans farklılığıyla kendi Çizgisini belli edebilir. Bu bağlamda, klasik Çizgiden ayrılmadan yeni bir şeyler üretebilmeli, sanatlarımızı yaşatarak modern dünyada eriyip yok olmasına engel olmalıyız.
Gerçek sanatçının bir diğer özelliği mütevazi olmasıdır. Halim Hoca harikulade bir yazı yazdığında; “Azizim bu akşam iyi yazdırdılar.” dermiş. Güzelliklerin ortaya Çıkması için sadece bir vesile olduğumuz bilinci ve her şeyimizin bize emanet olduğu gerçeği, ancak bu kadar güzel ifade edilebilir.
Sanatçı haris ve içten pazarlıklı olmamalıdır. Birbirinin fikrini, emeğini Çalmamalı ve biri gerçekten güzel bir eser ortaya Çıkardıysa onu alkışlamayı bilmelidir.
Gerçek bir sanatçı, bildiğini, samimi bir niyetle öğrenmek isteyene vermeyi bilmelidir. Bu sanatçının değerini asla düşürmez. Ondan bir şey eksiltmez. Aksine insanlar arasında bir o kadar yücelir. O oranda sevilir ve değerli olur.


Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Kendime düstur olarak bellediğim, nefsime her fırsatta telkin ettiğim şeyleri ve düşüncelerimi paylaşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.



Bu Kategoriden...