(1846-1913) Osmanlı hattatı.
Nazif Bey yahut Hacı Nazif Bey olarak tanınır. Şimdi Ruse ismiyle Bulgaristan sınırları içinde kalan Rusçuk’ta doğdu (1262/1846). Babası Mustafa Efendi Kırım Türkleri’ndendir. Küçük yaşta ailesiyle birlikte Dobruca’ya, oradan İstanbul’a gitti. İstanbul’da kardeşi Âkif’le beraber Enderûn-ı Hümâyun’a alındı. Ailesi Bursa’ya yerleşti. Babasının ölüm tarihi belli değilse de annesi Şerife Emetullah Hanım’ın 1886’da vefat ettiği, Bursa Emîr Sultan Camii hazîresinde hâlâ mevcut bulunan ve Nazif Bey tarafından yazılmış olan 1303 tarihli celî sülüs kabir kitâbesinden anlaşılmaktadır.
Mehmed Nazif Bey, Enderûn-ı Hümâyun’daki tahsiline devam ederken sarayın Hırka-i Saâdet Dairesi imamlarından hattat Hâfız Abdülahad Vahdetî Efendi’den sülüs ve nesih yazılarını meşkederek on altı yaşında icâzet aldı (Rado koleksiyonu). Tahminen 1866’da Mehmed Şefik Bey’den de ancak bir meşk alabildi. İmzalı olan ilk yazılarına 1278’den (1861-62) itibaren rastlanmaktaysa da bunlar onun gelecekteki mertebesini göstermekten henüz uzaktır. 1867’de Harbiye Mektebi hattatlığına tayin edilen Abdülahad Vahdetî Efendi, daha sonraki yıllarda Mehmed Nazif’in de Enderun’dan ayrılıp Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye Matbaası’nda vazife almasına yardımcı oldu. Matbaada yıllarca haritaların litografya (taş baskısı) tekniğiyle çoğaltılması için eczalı kâğıt üzerine eczalı mürekkeple yazdığı yer adlarıyla dikkati çekti. Zira geniş coğrafî sahaları yazı satırıyla kaplayabilmek için harflerin alışılandan uzun bir şekilde keşîdeli olarak yazılmasını ancak onun gibi üstün bir kabiliyet başarabilmiş, mümeyyizliğe kadar yükseldiği bu müessesede vefatına kadar vazifesini devam ettirmiştir. Gençlik yıllarında bazı mekteplerde hüsn-i hat muallimliğinde bulunan Nazif Bey kıyafetinden dolayı “Çantalı Hattat” ve “Çizmeli Hattat” lakaplarıyla anılmıştır.
Nazif Bey, 1880’li yılların ilk yarısında hattat Hasan Rızâ Efendi’nin tavassutuyla Sâmi Efendi ile tanışarak kendisinden ta‘lik, divanî, celî divanî yazmasını ve tuğra çekmesini öğrendi. Sâmi Efendi, Nazif Bey gibi müstesna bir kabiliyeti tanıdıktan sonra kendisine birikimini şevkle aktarmaya başladı. 1892’de dostu Çarşambalı Ârif Bey’in ölümüyle sarsılan Sâmi Efendi onun yerine Nazif Bey’i koyarak, “Allah Ârif’i aldı, yerine Nazif’i verdi” sözleriyle teselli aradı. Nazif Bey de hem hocası hem arkadaşı olan Sâmi Efendi’nin kendisine tesirini, “Ben ona mülâki olduktan sonra esrâr-ı hatta vukuf peydâ ettim” diyerek anlatmış, 1907’de Sâmi Efendi’den ta‘lik icâzetnâmesi alan gençlerin yanı sıra beş asırlık icâzet geleneğini bozmamak maksadıyla altmış yaşından sonra Sâmi Efendi’den ta‘lik icâzeti almıştır.
Üstatlığı her türlü yazıda görünmekle beraber Nazif Bey en fazla celî yazıya ve taklide ehemmiyet vermiştir. Bir başka başarısı da celî hattını kamış kalem yerine, isterse tek kurşun kalemle çizerek yazabilmesindedir. Ömrünün sonuna kadar sanatında tekâmülünü ortaya koyan Hacı Nazif Bey’in Sâmi Efendi üslûbuna tâbi olmadan yazdığı bazı celî sülüslerinin harf bünyelerinde aşırı dolgunluk görülür. Kendisi, sülüs hattı ile onun celî şekli arasında sadece irilik farkı bulunduğu kanaatindeydi. Bu sebeple celî yazılarına küçültücü dürbünle bakarak veya onların ufak ebatta fotoğraflarını çektirerek hat küçük boya indiğinde cılızlaşan harfleri tashihle kalınlaştırma yoluna gitmiştir. Nazif Bey’in celî yazılarındaki hareke ve hurûf-ı mühmele işaretleri de bundan dolayı bazan tıkızlaşır. Ayrıca levhaların tarihlerini gösteren rakamların yazılmasında Sâmi Efendi kadar titiz davranmamıştır.
Mehmed Nazif Bey, İsmâil Zühdü ve Şevki efendiler gibi sevdiği bazı hattatların sülüs-nesih kıtalarını, Yesârîzâde’nin yirmi dört kıtalık “Hilye-i Hâkānî” murakkaasını fevkalâde taklit ettikten başka Mustafa Râkım’ın Fâtih Camii hazîre kapıları üstündeki celî sülüs yazılarını sülüs kalemiyle takliden yazıp altlarına nesih hattıyla ilâve ettiği satırlarla çok latif kıtalar vücuda getirmiştir (Rado, s. 243). Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilen hırka-i saâdetin örtülerine işlenmiş celî sülüs yazılar da ona aittir. Nazif Bey’in hat sanatında takip ettiği yol celî sülüste Mustafa Râkım, celî ta‘likte Yesârîzâde Mustafa İzzet efendilerin üslûbudur. Onun son derece güçlü kalemiyle âharsız, “bakkal kâğıdı” olarak anılan kaba kâğıtlara veya âdi mukavvaya kendini sınamak için yazdığı celî çalışmalarını görüp de hayran kalmamak elde değildir.
Müzelerde ve hususi koleksiyonlarda is mürekkebiyle yazılmış sülüs-nesih ve ta‘lik kıtalarına, zerendûd olarak hazırlanmış celî sülüs ve celî ta‘lik levhalarına rastlanan Nazif Bey’in kitâbe şeklindeki eserleri şunlardır: Yıldız-Orhaniye Kışlası kapısındaki celî ta‘lik kitâbe (imzasız, 1302/1885; iki taraftaki celî sülüsler Alâeddin Bey’indir); Harbiye Askerî Müze dahilindeki Taamhâne kitâbesi (imzasız, 1305/1888); Yıldız’daki Silâhhâne kitâbesi (imzasız, 1306/1889); Yıldız’daki saat kulesinin dört tarafında celî ta‘lik kitâbe (imzalı, 1308/1890-91); Selimiye Istabl-ı Âmiresi üstündeki celî ta‘lik kitâbe (Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’ninkiyle birlikte); Yakacık yolundaki bir çeşmede celî sülüsle “su âyeti” (imzalı, 1311/1893-94). Nazif Bey’den zamanımıza ulaşan muhtelif mezar kitâbeleri içinde en mükemmeli, Fâtih Camii hazîresinde Sâmi Efendi’nin kızı Saadet Hanım için yazdığı ve hocasına hürmetinden dolayı imzasız olarak bıraktığı 1320 (1902) tarihli celî sülüs kitâbedir.
Kanaatlerinde ısrarcı bir kişiliğe sahip bulunan Hacı Nazif Bey’in Taksim Gümüşsuyu’ndaki ahşap evi yakın zamanlara kadar durmaktaydı. Kalbinden mustarip olan Nazif Bey bir kriz neticesinde 29 Rebîülevvel 1331’de (8 Mart 1913) vefat etti. Yahyâ Efendi Dergâhı hazîresindeki kabrinin kitâbesi olmadığı gibi yeri de şimdi belli değildir. Deve derisinden Karagöz tasviri yapmakta da mahir olan Mehmed Nazif Bey gençliğinde pehlivanlığa merak sarıp güreşe çıkmıştır. Yazı yazarken elindeki metaneti muhafaza için zaman zaman baltayla odun kırdığı da bilinir.
Mehmed Nazif Bey’i onunla aynı yıllarda yaşayan Kadırgalı Mustafa Nazif Efendi ile karıştırmamalıdır. Bu zat hıfza çalışanlar arasında yaygın, ancak hat bakımından orta seviyede bulunan âyet-berkenar (sayfa tutar) matbu mushafıyla tanınır.
BİBLİYOGRAFYA
İbnülemin, Son Hattatlar, s. 232-235; M. Uğur Derman, Hattat Nazif Bey, İstanbul 1963; a.mlf., Türk Hat Sanatının Şâheserleri, İstanbul 1982, s. 29; a.mlf., Osmanlı Hat Sanatı, Berlin 2001, s. 152-155; Şevket Rado, Türk Hattatları, İstanbul, ts. (Yayın Matbaacılık), s. 242-244; Yazır, Kalem Güzeli, III, 308; İslâm Kültür Mirasında Hat San‘atı (haz. M. Uğur Derman), İstanbul 1992, s. 219-220, 223, 225; Şerif Abdülkadirzâde Hüseyin Hâşim, “Zamanımızdaki Hattâtîne Dâir”, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi, İstanbul 1 Haziran 1327, s. 42; Ahmed Süreyya [Saltuk], “Üstâd-ı Ekrem Hattat Nazif Bey”, SR, XI/244 (1331), s. 159-161.
Müellif: M. Uğur Derman
Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2003 yılında Ankara'da basılan 28. cildinde, 502-503 numaralı sayfalarda yer almıştır.